Ülserleşme

6 Ekim 2009 Salı

Dolaşım bozukluğu yüzünden bacaklar­da meydana gelen tipik varis ülserleri hemen hemen ağrısız oldukları için has­ta tarafından çoğu kez önemsenmezler. Bu nedenle ülserleşme olayının zama­nında teşhisi bulunduğu yere bağlı ol­maktadır.
Cinsel organlardaki ülserleşme daha önemli sayılır. Çünkü bu yaraların köke­ninde genellikle zührevi hastalıklar var­dır. Ancak bilgisizlik nedeniyle çoğu ki­şi bu duruma gereken önemi vermez. Kimi zaman da, mikrop öldürücü her­hangi bir merhem sürülür. Böylece ya­ranın görünüşü değişir ve iyileşme belir­tileri gösterir. Ancak gerçekte hastalığın gelişmesi durmaz. Bu yüzden, örneğin frengi çoğu zaman gelişimin ancak ikin­ci evresinde farkedilmektedir. Çünkü, ilk belirti olan frengi çıbanı ihmal edil­miştir. Bir frengi çıbanının, bir yumuşak çıbanın, kimi zaman da Nicolas ve Favre hastalığı ülserinin söz konusu olduğu her cinsel organ ülseri hemen bir uzma­na gösterilmelidir. Bunların ayrıntılı teş­hisi kimi zaman güç olmaktadır. Bu ne­denle konsültasyonu gerektiren ek mua­yeneler yapılır. Antibiyotiklerin ortaya çıkmasıyla, tedavi çok kolaylaşmıştır ve zamanında uygulanınca, çok iyi sonuç­lar vermektedir.
Sonuç olarak sert, ağrısız, kenarları belirgin bir çıban çıkarsa, bir frengi çı­banı söz konusu olabileceği için gere­ken özeni göstermek gerekir. Özellikle, çevredeki lenf düğümlerinde ağrısız bir şişkinlik varsa hemen bir uzmana baş­vurmak doğru olur. Aynı şekilde, ağız ve dil yaraları da zaman geçirilmeden tedavi edilmeli ve küçümsenmemeli­dir.
Kuşkusuz bir uçuk da söz konusu olabi­lir. Ayrıca, çürük bir dişin yolaçtığı bir ülserleşme olabileceği gibi frengi ya da verem kökenli bir ülserleşme ve hatta dil kanseri de olabilir. Kan hastalıkları ve ilâç zehirlenmeleri de çeşitli ivegen ülserli ağız yangılarına yolaçarlar. Kimi zaman da ülserleşme olmadan ağzı be­yaz bir zar kaplayabilir. Bu, bir manta­rın neden olduğu pamukçuk hastalığı­dır. Sigara tiryakilerinin ağzında lökoplazi adı verilen beyazımsı lekeler belirebilir. Bunlar zamanla dil kanserine dö­nüşebilir. Aşırı kansızlık veya vitamin­sizlik, şeker hastalığı, hatta kimi zaman da frengi, dilin anormal bir biçimde me­meciklerle kaplanmasına yolaçabilir.

Yumurtalıklar

Bu bezler bir yandan yumurtacık üretir­ler, öte yandan iç salgılar aracılığıyla kadının cinsel işlevini düzenlerler. Bu düzenleme
a) folikülin sayesinde, cinsel organların ve ikincil cinsel karakterlerin gelişmesi­ni sağlayarak;
b) yine folikülin ve lütein sayesinde, dölyatağını döllenmiş olan yumurtacığı kabul edecek duruma getirmek amacıy­la dönemsel bir biçimde değişikliğe uğ­ratarak gerçekleşir.
Ergenlik çağında, folikülin, ya da östrojen göğüslerin gelişmesine, vücudun belirli yerlerinin kıllanmasına, dişiliği belirleyen bedensel ve ruhsal değişiklik­lere yolaçar.
•Her ay, âdet döneminin ilk on beş günü içinde, folikülin üretimi yükselerek bir göze çoğalmasına ve dölyatağı mukoza­sının kalınlaşmasına yolaçar. Âdet döneminin on beşinci gününe doğ­ru, yumurtalıkta yer alan sayısız folikülrerden biri olgunlaşır, yarılır ve yumur­tacığı bırakır. Serbest kalan yumurtacık Fallop borusundan geçerek dölyatağına doğru yol alır. Yarılmış olan folikülün yara izi çevresinde geçici olarak sarı ci­sim oluşur. Sarı cisim lütein ya da progesteron adı verilen bir hormon salgı­lar.
26. güne doğru, yumurtacık döllenmemişse, sarı cisim bozulur ve lütein olu­şumu durur. Gerçekte bu hormonun yu­murtacığın dölyatağında tutulmasını sağlamak gibi çok önemli bir işlevi var­dır. Dölyatağı mukozasındaki değişme­leri sona erdirir ve mukozaya bir dantel görünümü verir. Bu görünüm gebelik öncesi dönemi belirler. Bu duruma ge­len mukoza artık döllenmiş yumurtayı kabul etmeye hazırdır. Ama döllenme olmazsa, sarı cisim bozulmasıyla folikülin ve lütein üretimi birden kesilir. Bu­nun sonucu olarak, mukozada damar büzülmeleri oluşur ve kanamalar meyda­na gelir. Bu kanamalar âdet kanamaları­dır.
Yumurtalığın gösterdiği bu dönemsel değişimlere bir hipofiz salgısı olan gonadostimülinin uyarıları yolaçar. Doğum kontrol hapları, yapısındaki maddelere göre, yumurtalığın bu deği­şimlerine bağlı olarak, yumurtlamayı önleme, ya da döllenmiş yumurtayı döl­yatağı dışına atma biçiminde etki göste­rirler.
• İç salgıbezi-yumurtalık hastalığı: Yu­murtalığın salgılama işlevinde ya da hipofizin gonadotrop çıkarmasında bir düzensizlik söz konusu olabilir. Bunun nedeni cinsel organlarda var olabilecek dokusal bozukluklarla ilgili olabilir. Ama durum böyle değilse, iç salgıbezlerinde bir bozukluk düşünülmelidir. Folikülin yetersizliği âdet kanamasının ke­silmesiyle anlaşılır. Eğer ergenlik çağı geldiği halde hiç âdet görülmemişse, er­genlik çağının 17 ya da 18 yaşına kadar gecikmesiyle bu yetersizlik kendini belli eder. Bu gecikmenin yanı sıra, cinsel or­ganlarda ve ikincil cinsel niteliklerde de hiç bir gelişme görülmez. İkincil folikülin yetersizliği özellikle bir hipofiz ye­tersizliğinden ileri gelir. Âdet kesilmesi ağır hastalık sonucunda meydana geiebileceği gibi ruhsal köken­li de olabilir. Şişmanlığın ya da iştahsızlığın da rolü olduğu sanılmaktadır. Ayrı­ca, arabeyin hipofiz sisteminin etkilen­mesi de bu sonucu doğurabilir. Son olarak, hadımlaşma ve menopoz da cinsel organ körelmesi, şişmanlık, tansi­yon yükselmesi, ateş bunalımları, baş-ağrıları, uykusuzluk, erkekleşme, roma­tizma, ostebporoz, sinirlilik, uyarılganlık, v.b. gibi bir dizi bozukluğu berabe­rinde getirir.
Folikülin fazlalığı özellikle on dördüncü gün belirtileriyle (memelerin şişmesi, leğen bölgesi ağrıları, bazen yumurtla­ma sırasında küçük bir kanama), âdet öncesi belirtilerin şiddetlenmesiyle (le­ğen bölgesi rahatsızlığı, uyarılganlık, bazen gerçek bir hastalık haline gelen kalp çarpıntıları) ve aynı zamanda hor­mon fazlalığından ileri gelen âdet kesil­mesiyle kendini belli eder. Lütein fazlalığı genellikle menopoz ön­cesi dönemde görülen bol kanamalarla kendini gösterir.
Lütein azlığı âdet güçlükleri ya da ağrılı âdet kanamaları ve rahatsızlık gibi belir­tilerle ortaya çıkar.
Bütün bu durumlarda tedavi, bozuklu­ğun nedenini ortadan kaldırmayı ve hor­mon eksikliğini gidermeyi amaçlar.
Yumurtalık urları: Kadınlaştırıcı urlar ve erkekleştiriciurlar olmak üzere iki grupta ele alınabilirler. Kadınlaştırıcı ur­lar küçük kızlarda ergenlik döneminin erken başlamasına cinsel organların ve ikincil cinsel niteliklerin erkenden geliş­mesine yolaçarlar. Erkekleştirici urlar ise, genç kadınlarda, meydana getirdi­ğine benzer bir erkekleşmeye yolaçar­lar.

Erbezleri

Bu bezlerin dış ve iç olmak üzere iki tür salgısı vardır. Birincisi meni borucukları tarafından salgılanır ve üreme işlevini sağlar.
İç salgı ise cinsel organların ve ikincil cinsel niteliklerin gelişmesine bağlıdır. Erbezlerinin salgıladığı hormona testos­teron adı verilir. Bu maddenin cinsiyet dışında, metabolizma üzerinde de etki­leri vardır. Kas yapısı ve büyüme üzeri­ne ve doğrudan doğruya da birleştirme kıkırdakları üzerine etki yaparak protein anabolizmasını (dokulara protein bağla­ma) arttırır. Ayrıca, dokularda su ve ma­densel tuz birikimini sağlar. Aynı biçimde, kadında, hipofiz bezi, erbeztmn her iki işlevini de yüklenen gonadostimülinleri salgılar. * Erbezi yetersizliği. Bu yeter vük, ço­cuklarda, hadımlığa ya da önükoidizrne yolaçar. Eğer yetersizlik tamsa ve ergen­lik çağından önce ortaya çıkmışsa, so­nuç hadımlıktır.

Cinsiyet Organları

Cinsel organlar anatomisini kısaca hatır­latalım.
* Erkekte: cinsel organlar penis (kamış) in altındaki bir torbada yer alan yumur­ta biçimli iki erbezinden (ya da erkek gonaddan) meydana gelir. Sol erbezi genellikle sağ erbezinden biraz daha aşağı iner. Erbezinden meni yolları çı­kar. Üretilen meniyi dışarı atmaya yara­yan bu yollar erbezi üstü kanalıyla onu izleyen meni kanalından meydana gelir. Meni kanalları meni kesecikleriyle bir­leşme noktasında fışkırtıcı bir nitelik ka­zanırlar; daha sonra prostattan geçerek siyeke açılırlar. Siyek ise penisin için­den geçer ve burada süngersi doku tara­fından çevrelenir.
• Kadında: cinsel organlar leğen boşluğuna yerleşmiş olan ve yumurtacık üre­ten iki yumurtalıktan meydana gelir. Geniş bir huniye benzeyen paviyon ta­rafından alınan yumurtacıklar, daha son ra Fallop borusuna girerler ve bu boru boyunca dölyatağına doğru yol alırlar. Dölyatağı kastan yapılma bir organdır. Döllenmiş yumurta gelişim boyunca bu­rada barınır ve gelişmesi tamamlanınca dışarı atılır. Dölyatağı ters bir koni biçi­mindedir. Gövde, kıstak (boğum) ve boyun adlarını taşıyan bölümlerden olu­şur. Boyun yassı bir borudan meydana gelen dölyoluna açılır. Dölyolu ise dışa­rıda vulva ile sona erer. Ortasında vestibül adını taşıyan çukur bir bölüm yer alan vulva, kadının dış üreme organını meydana getirir. Siyek ve dölyolu bu vestibüle açılır. Vulva her iki yandan yanyana iki geniş deri kıvrımıyla sınırla­nır. Bunlar küçük dudakları örten büyük dudaklardır. Büyük dudaklar önde venüs tepesi üzerinde birleşirler. Küçük dudaklar da birleşerek klitoris (bızır) başlığını oluştururlar. Dölyolu ağzının iki yanında yer alan ve Bartholin bezleri olarak adlandırılan fa­sulye iriliğinde iki küçük bez ise, cinsel ilişkileri kolaylaştırmaya yarayan kayganlaştırıcı bir salgı salgılarlar.

Doğuştan Kusurlar

Bilindiği gibi, embriyon yaşamının ilk evresinde cinsiyetler farklılaşır. Cinsiye­te özgü nitelikler gebeliğin ancak üçün­cü ayında ortaya çıkar. Cinsel organla­rın gelişmesinde herhangi bir duraklama doğuştan diye nitelenen bazı kusurlara yolaçabilir. Bu kusurlardan başlıcalarını aşağıda sayacağız.
Kadında, klitoris irileşmesi, küçük ya da büyük dudaklar bitişikliği gibi durumlar görülebilir. Büyük dudakların bitişik olması halinde, bölge anatomisi erkeğinkini andırır. Sanki kadının bir erbezi torbası varmış gibi bir durum ortaya çı­kar. Bunlardan başka kadında anormal ağızlaşmalar (örneğin göden bağırsağı­nın dölyoluna açılması), dölyolu yoklu­ğu, organ perdelenmesi gibi durumlar da görülür. Organ perdelenmesi sonu­cunda, iki boynuzlu ya da iki gövdeli de denilen çift dölyatağı, çift dölyolu gibi görünümler ortaya çıkar. Eskiçağda, per. delenme sonucu beliren iki boşluktan birinin erkek çocuklara, öbürü kız çocuklara ayrıldığına inanılırdı. Erkekte, en sık görülen kusur fimozistir. Fimozis sünnet derisinin doğuştan ya da hastalık sonucu anormal biçimde dar olması halidir. Bu ise penis başının dışa­rı çıkmasını engeller. Böylece penisin işeme işlevi bozulur ve sık sık mikrop­lanma olayları görülür. Oldukça sık rastlanan bir başka kusur erbezi ektopisidir. Bu kusur erbezlerinden birinin ya da her ikisinin torbada normal bir biçimde yer almayışı olarak tanımlanabilir. Bu durum erbezinin döüt yaşamı sırasındaki yer değiştirmesi­nin sonucudur. Bu yer değiştirme do­ğumla birlikte sona erer. Ama, erbezi normal yollar izleyerek yer değiştirmeyebilir, geciktiği, durduğu, hatta saptığı görülür. Çocukta erbezleri çoğu zaman kolayca yerlerine inerler, ama en küçük bir nedenle anormal bir duruş alırlar. Bu durumda hareketli bir erbezi sözkonusu olur. Ektopi sekiz ile on iki yaşlar arasın­da (yani ergenlik çağı öncesinde) tedavi edilmelidir. Bu çağda görülebilecek bir dokusal bozukluk, tedavi edilmezse ile­ride kısırlığa yolaçabilir. Kamış bozukluklarına (bükülme, eğril­me, fistül, v.b.) nispeten daha az rastla­nır. Siyek kusurları ve özellikle anormal ağızlaşmalar daha sık görülür. Sidik de­liği penis başının ucuna açılacak yerde, kamışın değişik noktalarına, hatta apış arasına bile açılabilir. Anormal delik kamışın alt yüzüne açılırsa, hipospadi’ den, bunun tersi durumda da epispadi’den söz edilir.

Erkekte Cinsel Organ Hastalıkları

Akıntılar: Kamıştan kan gelmesi her za­man için ciddi bir hastalık belirtisidir. Bunu bir kan işeme olarak değerlendir­mek yanlış bir tutum olur. Çoğu zaman cinsel organlarda bir çarpma ya da kanalda kanserli bir yara söz konusudur. Eğer akıntı irinliyse, çoğu kez, bir zührevi hastalık olan belsoğukluğundan kuşkulanılır. Bu has­talığa da genellikle gonokoklar yolaçar. İlk yapılacak iş bakteriyolojik bir araştır­madır, özellikle süreğen siyek yangısı (üretrik) söz konusu olduğunda, ek araş­tırmalar yapılması da gerekir. Tedavi hastalığın nedeni üstüne sağlam bilgiler elde edildikten sonra uygulanmalı ve bu uygulamayı da bir sidik yolları uzmanı (ürolog) yürütmelidir. Kendi kendine te­davi uygulamak kadar tehlikeli bir şey yoktur, özellikle zamanımızda zührevi hastalıkların artış gösterdiğini düşünür­sek, bu tehlikenin daha da büyüdüğünü görürüz. Bir siyek yangısı, üzerinde dü­şünülmeden, antibiyotikle tedaviye giri­şilirse, ortaya çıkmakta olan bir frengi hastalığı maskelenebilir ve hastalığın gizli olarak gelişmesine yolaçılabilir.
Erbezi torbası urları: Hasta, genellikle işerken, erbezi torbasının bir ya da iki yanında az çok önemli bir şişkinlik farkeder. Bu ur ağrısız olabilir ya da, tersi­ne, çok ağrılı bir gelişme gösterebilir, önce bir kasık fıtığının söz konusu olup olmadığını saptamak gerekir. Çünkü, kasık fıtığının erbezlerinin karından tor­balarına inmek için izlediği yoldan ge­çerek kolayca erbezi torbasına inebile­ceği bilinen bir gerçektir. Meni kanalı varisleri ya da varikoseller karıncalanma duyumu veren hamursu bir ur meydana getirirler. Bu duruma meni kanallarının genişlemesi yolaçar.
Genişleme hasta yatık durumdayken azalır. Çoğu zaman leğen bölgesinde ve bacaklarda dolaşım bozukluklarıyla bir­likte görülen bu varisler genellikle tehli­kesizdirler. Bu iki olasılık saf dışı edil­dikten sonra, urlar görünüşlerine göre ayırdedilirler. Sivri görünüşlü bir ur söz konusuysa, bu durum çoğunlukla ço­cuklarda görülen bir erbezi burulma-sıdır ve erbezi torbasında son derece şiddetli bir ağrıyla kendini belli eder, Ağrı birkaç saat arayja hafifleme eğilimi gösterir. Ama bu hafifleme aldatıcıdır ve tehlikeyi daha da arttırır, çünkü ger­çekte meni kordonu burulmasını mas­keler. Bu ise erbezinde damar oluşumu­nu durdurun Başka bir deyişle, acele müdahale edilmezse, bu durum gelişe­rek erbezinde bir nekroza (doku ölmesi) yolaçar.
Yetişkinlerde erbezi yangısı (orşit) görü­lebilir. Erbezi yangısıyla birlikte ivegen erbezi üstü yangısı (epididimit) da orta­ya çıkabilir. Ateş, şiddetli ağrı, erbezi torbasında şişme gibi belirtilerle kendini gösteren erbezi yangısı, erbezinde ve erbezi üstünde herhangi bir hastalığın yerleşrhesinden ileri gelir. Bu hastalığın kökenine inildiğinde çoğu kez kolibasiliyle ya da stafilokokla karşılaşılır. Eğer tersine, erbezi torbası uru gelişimi­ni ağır ağır sürdürüyorsa, doktor önce urun erbezinde mi, yoksa erbezi üstün­de mi olduğunu ortaya çıkarmalıdır. Çünkü erbezi kansere, erbezi üstü de vereme yakalanabilir. Son olarak, eğer ur yumuşak, oynak ve yarı saydamsa, bu durumda bir hidrosel, yani erbezi kapsülünün iki yaprakçığı arasında sıvı birikmesi söz konusudur.
Cinsel güçsüzlük: Nedenleri ne olursa olsun bu sorunun önemine ve kişinin ruhsal durumu üzerindeki yansımasına dikkati çekmek bile gereksizdir. Yaşlı­lıktan ileri gelen güçsüzlük ve doğuştan ya da sonradan kazanılmış kusurlar bir yana bırakılırsa, ereksiyon (penisin di­kilmesi) bozukluklarının nedenlerini or­taya çıkarmakta büyük güçlüklerle kar­şılaşılır. Güçsüzlüğün nedenini ilk önce iç salgıbezlerinde aramak gerekir. Bir erbezi yetersizliği, bir hipofiz ya da kal-kanbezi hastalığı, y.b., söz konusu ola­bilir. Buna ise, şeker hastalığı, bulaşıcı hastalık ya da süreğen zehirlenme gibi durumlar sonunda ortaya çıkan vücut sıvısı dengesizliği yolaçar. Uyarılma bo­zukluklarına yolaçan siyek-prostat yara­ları da güçsüzlük nedeni olabilir. Bütün bunlardan başka, tabes, doku sertleş­mesi (skleroz), omurilik yangısı gibi mer­kez sinir sistemi hastalıkları da cinsel güçsüzlük yapabilir. Aşırı cinsel ilişkide bulunma ya da, tersine, az cinsel ilişkide bulunma, kesintili cinsel birleşme gibi tutumlar bazen bir kas güçsüzlüğüne yolaçabilir. Eğer güçsüzlüğün nedeni yukarıdan beri sayıiagelen durumlardan biri değilse, ruhsal bir bozukluk düşü­nülmelidir. Zaten cinsel güçsüzlük olay larının yüzde 90′ında, kökü çocukluğa kadar inen duygusal bozukluklar ya da bir heyecan şoku rol oynar, ikincil bir güçsüzlüğün tedavisi nispeten kolay ol­sa bile, birincil güçsüzlüklerde, yani var lığı daha ilk cinsel ilişki deneylerinde ortaya çıkan güçsüzlüklerde tedavi so­nuçları yeterince olumlu olmamakta­dır.
Ereksiyon bozukluklarından başka, me­ni çıkarmada görülen anormalliklerden de söz etmek gerekir. Bu anormallikler ikiye ayrılır:
a) Penisin dölyoluna girmesini bile bek­lemeden gerçekleşebilen erken boşal­ma; bu en sık görülen cinsel bozukluk­lardan biridir.
b) Erkek kısırlığının nedenlerinden birini meydana getiren geç boşalma, hatta hiç boşalamama.
Kısırlık: İstenmeyen gebeliklerden ka­çınmak için her geçen gün yeni yöntem­lerin ve yeni maddelerin geliştirildiği bir dönemde, kısırlık kaygı verici bir so­run olmaya devam etmektedir. Evlilik yaşamındaki kısırlıkta, erkeğin sorumlu­luğunun küçümsenemeyecek ölçüde ol­duğu ve kısırlık hallerinin yaklaşık ola­rak yüzde 35′inde erkeğin kusurlu bu­lunduğu bilinmektedir. Kısır olduğu an­laşılan bir çiftte, önce erkek muayene olmalı ve vaktiyle bir kaza ya da kaba­kulak, cinsel organ veremi, belsoğukluğu, v.b. gibi erbezini ve erbezi üstünü etkileyebilecek bir mikroplu hastalık ge­çirip geçirmediği saptanmalıdır. Ayrıca hasta, erbezi ektopisinden şikayeti olup olmadığını da belirtmelidir. Daha son­ra, muayeneye meni incelemesiyle devam edilir. Böylece kısırlığın oligospermi (menide spermatozoit azlığı)den mi yoksa azoospermi (menide spermatozoitlerin zayıf ve az hareketli olması)den mi ileri geldiği anlaşılır. Kısırlık nedeni kadındaysa, tıkanmaya yolaçan bir cinsel organ hastalığı, dölyatağında ya da dölyolunda doğuştan veya sonradan kazanılmış bir kusur, ve­rem, bir iç salgıbezi yetersizliği akla ge­len ilk nedenler olmalıdır. Bunların yanı sıra, daha birçok neden söz konusu ola­bilir. Kısırlığın tedavisine başlanmadan önce, hasta çok sıkı tıbbî denetimden (ateş çizelgesi, röntgen filmleri, biyopsi hormon ölçüleri, v.b.) geçirilmelidir.

Prostat bezi nedir Ne İşe Yarar ?

Prostat bezi nedir? Ne iş görür ve ne zaman çı­karılması gerekir?
Prostat bezi, ceviz büyüklüğündedir ve birbirin­den ayrı üç lobu vardır. Mesanenin hemen altındadır. Endokrin bezleri zincirinin bir parçasıdır. Bez kendisi sperm hücreleri yapmaz, fakat cinsel ilişki sıra­sında spermi koruyarak taşıyan bir sıvı çıkarır.
Herhangi bir organ gibi, bu bezin de iltihapları, enfeksiyonları, selim ya da habis tümörleri olabilir. Bu enfeksiyonlar da, diğerleri gibi, antibiyotikler ve başka ilaçlarla tedavi edilir.
Prostat büyümesi, erkeklerin yaşlanmasıyla orta­ya çıkar. Bu büyüme, üretra’yı (mesaneden idrarı alıp da dışarıya atan ince idrar borusunu) sıkıştıracak noktaya ulaşınca, gece ve gündüz idrara çıkmaya ne­den olur. Bu durum ilerleyince, mesane iyice boşalamaz ve içinde bir miktar idrar kalır. Prostatın gittik­çe büyümesiyle, bazı böbrek komplikasyonları görü­lebilir ya da uretra birdenbire tıkanıp idrara çıkmayı olariaksızlaştırarak âcil müdahaleyi gerektirebilir.
Prostat büyümesi, altmışın üstündeki erkeklerin belki yüzde yetmiş beşten çoğunda görülür. Hepsinde ame­liyat gerekmez. Bazen yumuşak masajla prostat küçülebilir.
Prostatın çıkarılmasında çeşitli yöntemler vardır ve bunu,’ hastanın durumu ve doktorun kararı belir­ler. Şimdi kullanılan yeni teknikler içinde, elektrokoa-gülasyon, yani elektrikle pıhtılaştırma ve kriyoşirürji, yani dondurma yoluyla ameliyat da vardır. Prostatın çıkarılması tehlikeli değildir, beklenmedik bir komp-likasyon çıkmadığı takdirde, en çok dört gün içinde hasta iyileşir.
Erkekler korkularının tersine, prostatektomi de­nen bu ameliyatla, daha sağlıklı ve daha erkekçe bir duruma gelebilirler. Çünkü bu ameliyatla, akılları ve bedenleri üzerindeki baskı kalkacaktır.

Erkekte Üretim Organları ve Üreme Fonksiyonu

Testisler Erbezleri

Testisler (Erbezleri) — Her iki testis, torba­lar içinde asılı bulunurlar. Bunlar hem meni (sperma) yapan, hem de içsalgılan olan bez niteliğinde iki oluşum­dur.
Normal olarak penisin altında ve torbalar içinde bu­lunurlar. Doğumdan önce ana rahmindeyken, testisler böbrekler düzeyinde ve omurganın iki yanındadır. Sonradan yavaş yavaş aşağıya inip kasık kanalından geçerek karından çıkar ve doğum sırasında normal olarak torbala­rın içinde bulunurlar. Testislerin bu göçlerini bazan tamamlayamadıkları, bir ya da ikisinin birden karın ya da kasık kanalı içinde kaldığı ve doğumdan sonra ilerleyemedikleri görülmüştür.
Normalde iki testis olduğu halde bazan bunlardan birisinin gelişmediği, hatta her ikisinin de gelişemediği görülür. Ender olarak ikiden çok testise de rastlanmakta­dır.
Soldaki testisin sağdakine oranla biraz daha büyük ve ağır olup daha aşağıya doğru sarkmasının nedeni bu­nun, ötekinden daha kanlanmasıdır. Böylelikle erkeklerin büyük bir kısmının torbalarının görünüşü, simetrik değil­dir.
Testisler yanlarından basık ve büyük ekseni yukarı­dan aşağıya doğru olan bir yumurtaya benzemektedir. Büyüklük ve ağırlıkları kişiye göre değişir. Ortalama 20 gram ağırlığında, 4-5 santim uzunluğunda, 2,5 santim ka­lınlığında ve 3 santim yüksekliğinde oluşumlardır. Renk­leri beyaz mavimtrak, kıvamları sertçe olup göz akını andırırlar.
Bir testis uzunlamasına yarıldığında içi kıtıkla doldu­rulmuş bir yastıkla karşılaşıldığı sanılır. İçinden beyaz ip­likçikler çevreye yayılır. Bunlar hayranlık verici bir şe­kilde yerleştirilmiş ve sıkıştırılmıştır.
Her testis binlerce iplikçiği barındırır ve içlerinden her birisi bir makara üstüne sarılmış dikiş ipliği gibidir. Bu iplikçilerden birini çıkarırsanız aşağı yukarı 1 metre uzunluğunda olduğunu görürsünüz. Bunu mikroskop altı­na koyunuz, spermalarla dolu bir boru, yani erkek cinsel hücreferi olan spermatozoidleri taşıyan bir kanalla kar­şı karşıya olduğunuzu görürsünüz.
Gerçekten testisin içi, onu birçok parçalara ayıran sayısız böJmeciklerden yapılıdır. Bunlar piramit ya da ko­ni biçimindeki olup 250 — 300 tane kadardır. Her bölmecikte 3-4 tane meni kanalcılığı olduğuna göre bir bölmecikte 900—1000 kadar kanalcık var demektir. Eğer bu ka­nallar açılabilseydi, 1 kilometre kadar uzunluğunda bir iplikçik elde edilirdi.

Dokulara mikroskopta bakmak için son derece ince ve yarı saydam dilimler hazırlamak gerekir. Yoksa bun­lar ışığı geçirmezler. Bu amaçla, tıpkı mezeci dükkânlarındaki salam, jambon kesen makinelere benzeyen özel cihaz­lar kullanılır.
İşte ancak mikroskop altında görülebilen ve içinden ancak bir saç geçirilebilecek kadar ince olan bu iplikçik­lere meni yollan, ya da sperma kanalları adı verilmekte­dir.

Sperma Kanalları

Her bir testiste yak­laşık olarak 1000 sperma kanalı olduğuna ve her kanal da aşağı yukarı 1 metre uzunluğunda olduğuna göre bir erkekte testisier 2 kilometre uzunluğunda sperma kanalı barındırıyor demektir. Bu yollar daha geniş kanallarla ağızlaşarak sonunda ortak bir yola açılırlar. Bu yol, tes­tisin dış kısmına yapışık bir kanal olup adına epididim denmektedir. Bu oluşum tıpkı bir genç kızın saç örgüsü gibi testise asılmıştır.
Sperma kanallarının çeperlerinde ana hücreler adı verilen bazı hücreler, sabit bir bölünme ve çoğalmayla spermatozoidleri yapmaktadırlar. Testislerin böyle yara­tıcı bir özellikleri vardır. Bir insanın her iki testisinde bulunan cinsel hücreleri hesaplayabilmek için toplam sper­ma kanalları uzunluğu olan 2 kilometreyi 2 milyonla çarp­mak gerekir. Bir erkeğin çoğalma gücünü ortaya çıkar­mak için, olgun cinsel hücre stokunu haftada birçok kere boşalttığını ve 12 saat içinde yeniden kazandığını düşün­mek yeter. Bir erkek her ay ortalama 3-4 milyon cinsel hücre yapmakta ve bu da 40-50 yıl süreyle tekrarlanmak­tadır.
Bir spermatozoidin uzunluğu, ancak bir milimetrenin ellibinde biri kadardır. Buna göre spermatozoid çıplak göz­le görülemez. Hücrenin yassı, ucu sivri ve armut şeklinde bir başı, ortada bir vücut kısmı ve uzun bir kuyruğu var­dır.
Kanalların karışık ağı içinde bunlar sonsuz denecek kadar çok sayıdadır. Sağlıklı bir erkeğin atımı (ejakü-lasyon) içinde 400 ile 700 milyon spermatozoid vardır. Bir erkeğin hayatı boyunca yaptığı spermatozoid sayısı milyarlara erişir. Eğer bir tek atımdaki 400 — 700 milyon arasından yalnız bir tanesinin yumurtacığı dölleyeceği düşünülürse, döllenme şartlarını bu kadar geniş tutan tabiat olayı karşısında yalnızca hayranlık duyulabilir.
Bununla beraber cinsel temas sırasında atılan spermatozoid sayısı her zaman aynı değildir. Bu sayı yalnız kişi­ye değil, aynı zamanda cinsel temasa da bağlıdır. Birçok günler ya da haftalar temas yapılmadığında spermatozoid sayısı daha yüksek olacaktır. Buna karşılık temas sık tekrarlandığında sonuç olarak sayı azalacaktır.
Spermanın baş kısmında kromozom adı verilen 24 ta­ne cisimcik bulunur. Bunlar sayesinde yalnız ana-baba ve büyükanne-büyükbaba ile değil, daha eskilerle de ilgili karakter özellikleri «kalıtım» yoluyla döllenmiş yumurta­cığa geçecektir.
Ne testis içinde, ne de epididim içinde spermatozoidlerin kendi hareketleri yoktur. Sanki yeni yapılanlar ve bu organların kısılmalarıyla itilmektedirler. Epididim spermatozoidlere toplanma yeri görevini görür. Epididimden ayrıldıktan sonra hücreler aşağı yukarı bir dikiş iğ­nesi çapında ve yaklaşık olarak 50 santim uzunluğun­da oldukça geniş bir kanala açılarak bu yolda itilirler. Bu, her iki yanda karın boşluğuna doğru yükselen yol boşal­tım kanal ya da sperma kordonu adını alır. Boşaltıcı ka­nallar kasık kanalını aştıktan sonra idrar torbasının sağ ve sol yanında uretraya, (sidik yolu) kadar gelip ona açı­lırlar. Bu kanallar içinde de spermatozoidlerin bizzat ha­reketleri yoktur, bir çeşit pompalama hareketiyle itil­mektedirler.
îdrar torbasının yanında sperma kordonlarının herbirisi ampul şeklinde bir organa değişirler. Bunlar seminal keselerdir. Keselerin 4 ile 5 santim uzunluğu, 1 san­tim genişliği ve 8 ile 10 santim yüksekliği vardır. Meniye özel rengini veren sarımsı ve yapışkan bir sıvı salgılarlar.

SPERMATOZOİD
a — Önden görünüş Bir spermatozoid çeşitli bölüm­lerden yapılmıştır. Birinci bö­lüm baş adını alır. Başın altında boyun vardır. Spermatozoidin bir de uzun kuyruğu vardır.’ Kuyrukla boyun arasında bulu­nan ve bu iki bölümü birleştiren bölüme de birleştirici parça adı verilir. Kuyruğun sonu ise son bölüm adını alır.
b — Yandan görünüş Spermatozoidin dişi hücreyi del­mesine yarayan sivriliğini yan­dan bakınca daha kolay görürüz. Ucuna delici uç adı verilir.
c — Büyütülmüş bir spermato­zoidin başı, boynu ve birleştiri­ci bölümü. Burada birleştirici bölüm içindeki spiral iplik ve bunu çevreleyen mitokondria ta­bakası da görülüyor.

Prostat

Bir kestanenin şekil ve boyutlarında olan ve belki de bu nedenle halk arasında kestanecik adını alan prostat, erkek uretrasının ilk parçası çevresinde bu lunan bir bezdir. Rengi beyazımtırak olup kıvamı olduk­ça serttir ve kas lifleri tarafından örülmüştür.
Buluğ çağma kadar küçük olan prostat, erginlik ça­ğında birdenbire büyür. Yetişkinde yüksekliği 25-30 mili­metre, ağırlığı 20-25 gramdır. 50-55 yaşlarına kadar bu büyüklükte kaldıktan sonra çok defa aşırı olarak büyü­meye başlamaktadır. Prostat büyümesi belirli bir yaştan sonraki erkeklerin pek çoğunda ortaya çıkması nedeniyle önemli yaşlılık sorunlarından birisi olmaktadır. Bu gibi hastalarda ileri derecedeki idrar etmeyle ilgili bozukluk­lar görüldüğünden sonuç olarak ameliyatla büyümüş olan prostatı çıkarmak gerekmektedir.

Prostat Salgısı-Özü

Prostat hayvan sütüne benzeyen, yapışkan bir sıvı salgılar. Bu sıvı spermatozoidler ve seminal keselerin salgısına karışır. Koku­su taze kestaneyi ya da turna balığmmkini andırmakta olup sperma süt görünüşünü ve özel kokusunu prostat salgısına borçludur.
Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi spermatozoidler, prostata gelinceye kadar özel bir harekete sahip değildir ve boşalticı kanallarla seminal keselerin kasılma ve gev-şemeleriyle itilirler. Hücreler ancak prostat sıvısıyla karış­tıktan sonra kendi kendilerine hareket edebilecek bir du­ruma gelirler. Balıklar gibi kımıl kımıl oynamaya başlar­lar. Oysa daha önce mekanik olarak yukarı doğru itilmiş­lerdir. Spermatozoidlerin bu hareketleri salgının kimya­sal özelliğinden gelmektedir. Salgının içinde, spermin adı verilen, tadı acı, turna balığı ve bazı bitkilerin özle­rinde de bulunan bir madde vardır.
Prostat yalnız bir salgı bezi olarak kalmaz. Kadında­ki rahmin biyolojik eşi gibi, prostat da kas liflerinden ve bez dokusundan yapılı karışık bir organdır. Tıpkı bir ha­vagazı borusunu saran bilezik gibi uretranm başlangıcını sarar. Kauçuk bir bileziğin esnek lifleri gibi yıllar geçtik­çe prostatın kas lifleri de sertleşip kalmlaştığmdan, yuka­rıda anlattığımız idrar etme zorluklarını doğurmak üzere uretrayı sıkıştırırlar.
Prostat sıvısı ancak orgasm sırasında, yani cinsel coşkunluğun en son kademesinde, ritmik olarak tekrar­lanan kasılmalar aracılığıyla açığa çıkmaktadır. Demek ki spermatozoidler yalnız belirli bir zamanda, cinsel temaslara en yüksek yerinde, yumurtacığa erişmeleri ve dölle­me işlemini yapabilmeleri için gerekli hareketi kazan­maktadırlar.

U r e t r a

Uretra, örgü şişi çapında bir tüp olup ağız mukozasına (sümüksü zarına) benzeyen pembe bir mukozayla döşelidir, oidik torbasının dibinden başlayarak penisin, yani erkeklik organının dış ucuna açılır.
Uretra yalnız prostatı değil penisi de aştığından ve cinsel coşkunluk sırasında penis sertleşip uzadığından, uretranın da uzayabilir olması gerekir. Bu nedenle çepe­ri bir kauçuk borununki gibi düzgün değil, tersine bir fo­toğraf makinesinin ya da akordeonun körüğü gibi kıv­rımlıdır, Penis sertleşip uzadığında kıvrımlar açılmakta ve uretra körük gibi uzamaktadır.
Komşu organlarla sıkı yakınlığı olan uretra, bütün uzunluğunca sabit değildir. Buna göre, uretranın penisin serbest kısmı içinde bulunan ön parçasına hareketli parça, daha yukarıda idrar torbasına kadar olan parçasına da hareketsiz parça adı verilir. Uretranın uzunluğu yeni doğ­muşta 5-6, on yaşında 8-9, yetişme çağında 12-14 santim­dir. Bunun 12’si penisin içinden geçen kısımdır. Uretra­nın çapı da her yerinde aynı değildir. 3 geniş ve 4 dar parçası olup geniş yerleri 11-12, dar yerleri de 3-8 milimet­redir.
Kadın uretrası, idrar torbasının boynuyla vulva ara­sındadır. Doğrultusu aşağıya ve hafifçe öne doğru eğik olup arkasında bulunan vaginamn doğrultusuna paralel­dir. Uzunluğu 3,5-4 santim ve normal çapı aşağı yukarı 7-8 milimetre kadardır. Kadın uretrası erkeğinkinden da­ha çok genişleyebilir. Alt deliği bızırın 20-25 milimetre altında olup çevresi dişlidir. Çok defa yüksekliği kişiye gö­re değişen bir çıkıntı üzerinde dışarı açılır.
Uretranın başlıca fonksiyonu, idrar torbasını boşalt­maktır. Bunun yanı sıra, idrar torbasının hemen altında ve prostatı aştığı yerde her iki sperma yolu uretraya açı­lır. Böylece uretra, birbirinden tamamen ayrı iki madde­nin yolunu barındırır. Bir başka deyimle uretra, yalnız idrarın değil aynı zamanda spermanın da aktığı kanaldır.
Hernekadar idrar ve sperma aynı yolu kullanırsa da kimyasal özellikleri yönünden birbirine zıt iki maddedir. İdrar asittir. Oysa hiçbir asit spermatozoidler için uygun değildir. İdrar ve spermanın karşılıklı olarak birbirine za­rar vermemesi için prostat aralarına girmiş ve sanki bir makaslama memuru gibi dolaşımı ayarlamıştır. Bir bi­lezik gibi uretranm başlangıç kısmını saran prostat, normal halde gevşektir ve idrarın torbadan uretraya geç­mesini sağlar. Ama, cinsel istek uyandığında, yani sinirler spermanın sperma yolları içinde uretraya gelmek istediği­ni bildirdiğinde, prostatın kas lifleri kasılır ve uretranm üst kısmını sıkıştırır.
O andan başlamak üzere artık idrar torbası boşalamaz ve uretra yalnız spermayı geçirir. Erkeğin cinsel coşkunluk süresince idrar edemediği bilinmektedir.
Uretranın kıvrımları içinde, ağızdaki tükürük bezle­ri gibi bir çeşit berrak sıvı salgılayan birçok küçük bez vardır. Erkeklik organının katılaşıp uzaması sırasında kıvrımlar düzleşir ve aralarındaki bezler sıkışır. İçlerin­deki salgı dökülür. Sonuç olarak uretra, cinsel coşkun­luk sırasında berrak ve yapışkan bir maddeyle dolmakta­dır. Bu şekilde, uretra içindeki spermayı bozabilecek bü­tün idrar kalıntılarını bu salgı temizler, aynı zamanda da spermaya, uretradan geçtiği sırada, kadının vaginasına yapışmasına yarayan bir madde ekler.
Erkeklik organının sertleşmesi sırasında bu uretra salgısının bir damlası uretranın ağzında belirir. Sanki bir anlamda, vagina içinde güçlük çekmeden kaysın diye erkeklik organını ıslatmaktadır.
Birçok tecrübesiz genç erkek damlayı sperma sanarak bu salgının güçlerini azaltacağını düşünür. Bu yanlış dü­şünce sonucu olarak gerçek bir tükenme duygusuna ka­pılır. İşte bilmeme yüzünden birçok gencin tutulduğunu sandığı, kuruntuyla ilgili hastalıklardan birisi de budur.

Penis – Kamış

Penis erkeklerin çiftleşme orga­nıdır. Torbaların üstünde olan bu organ çiftleşme sırasın­da spermayı kadın üretim organına götürür ve bırakır. Şekil ve doğrultusu fizyolojik durumuna göre değişir. Yu­muşak ve gevşek halde penis, önden arkaya basık bir si­lindir şeklinde olup torbaların önünde sarkıktır. Katıla­şınca büyür, sertleşir, aşağıdan yukarıya ve arkadan öne doğru, ucu karnın önüne gelecek şekilde bir durum alır.
Penis kök, gövde ve uç olmak üzere 3 kısımdan yapıl­mıştır. Kök kısmı vücudun içindedir ve görünmez ama, deri altında kolaylıkla ele gelebilir. Orta ya da gövde kıs­mı 9-10 santim uzunluğunda olup yumuşak bir şekilde sarkar. Uçta rengi penisin yumuşak ya da sert oluşuna 1 göre açık ya da koyu kırmızı olan ve glans adını alan bir şişkinlik vardır. Glansm ucunda uretranm ön deliği yer alır.
Normal halde erkeklik organı kısa ve yumuşaktır de­miştik. Bu yüzden kadının vagina boşluğuna giremez. Va­gina boşluğuna girebilmek için 3 şartı yerine getirmesi gerekir.
Birincisi kalınlaşıp uzayacak, ikincisi sertleşecek, üçüncüsüyse sarkmayıp dik duracaktır.
Bütün bu boy, gerilim ve doğrultu değişmelerini sağ­layabilmek için, penisin son derece ilginç bir mekanizma sı vardır. Buna katilaşıcı ya da dikleşid sistem adı veri­lir. Penisi bütün uzunluğunca aşan uretrayla penisin deri kılıfı arasında kavernöz cisimler adı verilen 3 katıiaşan ci­sim bulunur. Bunlar çeperleri kan damarları bakımından zengin 3 cep gibidir. Durgunluk halinde damarlar kasılı­dır ve içlerinde çok az kan bulunur. Cepler boştur. Cinsel coşkunluğun etkisiyle damarlar genişlemekte, supaplar açılmakta ve cepler kanla dolmaktadır. Kan hücum eden erkeklik organı ısınır, kan akımı yumuşak ve durgun or­ganı sert ve sıkı bir duruma getirir. îşte bu şişme, katı­laşma ya da ereksiyon adıyla anılmaktadır.
Katılaşma olayında sinir sisteminin büyük rolü var­dır. Erkeğin cinsel uyarılması sırasında sinirsel bir meka­nizma aracılığıyla kanın boşluklardan geriye çekilmesi durdurulur. Böylece sinir sisteminin yardımıyla ortaya çıkan katılaşma cinsel temas süresince değişmeden kalır. Cinsel uyanlma azalırken kan da boşluklardan çekilir ve penis gene eski yumuşak haline dönmüş olur.
Penisin baş kısmı, yani glans da, kavernöz cisimler­le bağlantıda olan birçok boşluklardan yapılı sertleşen bir kısımdır. Cinsel duyarlığı çok arttıran yoğun bir sinir ağıyla çevrilmiştir. Penis yumuşakken testislere bakan glansın alt yüzü vücudun dış derisiyle penis arasındaki bağlantıyı yapar. Bu yüzde, özellikle dokunma duyumları­nı alan bir bölge vardır.
Glans penisin orta, yani gövde kısmından bir olukla ayrılmıştır. Penis derisi bu oluğun çevresinden başlaya­rak glansın üzerini örter, onu bir kılıf gibi sarar. Bu deri kılıfına sünnet derisi adı verilir. Buluğ çağından ön­ce sünnet derisi baş kısmını tamamen örter.
Erişkinde penis katılaşma durumundayken, genellik

le glans sünnet derisinden bir kısmıyla ya da tamamen çıkar. Bazan sünnet derisi o kadar dar olabilir ki glans, katılaşma sırasında güçlükle dışarı çıkabilir ve derinin dar kenarı penisi sıkıştırarak ağrılara sebep olabilir. Bu­na fimozis denmektedir. Bazan da sertleşme halindeki er­keklik organı çok dar sünnet derisinden dışarı çıkar ama, kan hücumu nedeniyle bir daha içeri giremez. Sanki bir iple boğulmuş gibidir. Parafimozis adını alan bu durum çok ağrılıdır ve acele olarak bir hekimin müdahalesini ge­rektirir. Bu Ortaçağda yapılan bir işkence şekline benze­tilerek «İspanyol kolyesi» adıyla da anılmaktadır.
Sünnet derisi dışta normal deriyle aynı niteliktedir. îçte, yani erkeklik organına bakan yüzde rengi pembedir ve bir sürü yağ bezleriyle doludur. Bu yağ bezleri smegma adı verilen beyaz renkte, tulum peyniri görünüş ve kıva­mında bir madde salgılar. Salgının özel bir kokusu var­dır ve çabuk acılaşır. Acılaştığmda kötü kokar ve aynı zamanda deriyi aşındırır. Tahriş sonucu, sünnet derisinde yaralar açılabilir. Halk dilinde sünnet derisinin tahrişi, sünnet derici belsoğukluğu adıyla anılır. Çünkü gençler hekime gerçek bir belsoğukluğunu kapmış olmanın kor­kusu içinde başvurmaktadır. Bu basit bir tahriş olup, hastalığın b°ir iki gün içinde tedavi edilebileceğini hekim­den öğrenen gencin yüzündeki sevinç ifadesi kolay kolay anlatılamaz. Böyle kötü durumları önlemek için sünnet derisi kıvrımını zaman zaman temizlemek gerekir

Sünnet

Bugün birçok uluslarda, insanlığın aşa­ğı yukarı beşte birine yakın insanda, ya doğumdan hemen sonra, ya da buluğ çağına yaklaşırken sünnet derisi ke­silmektedir. Bu ameliyat sünnet adıyla anılır ve dinsel bir tören sırasında sünnet derisi keskin bir alet aracılığıyla alınır. Sünnet ettirmekle iyi bir temizlik tedbiri alındığından hiç şüphe yoktur. Ama, birçok yazarın fikir­lerinin tersine, eskiler bunun temizlik için yapılan bir şey olduğunu kabul etmemiştir.
Sünnetin yaptırılmasında şu gibi yararlar vardır:
1 — İçinde yağ bezleri bulunan sünnet derisi orta­dan kaldırılmakla hiç de hoş olmayan yağlı salgı da bir­likte ortadan kaldırılmış olur.
2 — Sünnet etmekle, sünnet derisiyle ilgili tahrişler ve fimozisler önlenmiş olur.
3 — Sünnet, cinsel temasla geçen hastalıkların, özel­likle frenginin bulaşmasına engel olur. Çünkü sünnet de-risi, duyarlığı yüzünden frengi iltihabının özellikle seç­tiği bir yerdir.
4 — Artık sünnet derisi uyarılması olmayacağından sünnetli, kendi kendine orgasm olma yani mastürbasyon (istimna) ya elverişli değildir.
Büyük bilgin Dubois – Reymond sünnete o derece ta­raftardı ki, tıpkı çiçek aşısı gibi zorunlu kılınmasını tek­lif etmişti.

Erkeklik Organının Katılaşması

Erkeklik organının katılaşmasının erkeğin ve aynı zamanda kadının cinsel hayatında büyük önemi vardır. Bu nedenle konuyu biraz daha derinliğine incelemeyi zorunlu buluyoruz.
Erkek için katılaşma, yani ereksiyon, cinsel birleşme­nin vaz geçilmeyen şartıdır. Kadın içinse erkeklik organı­nın güçlü bir katılığı cinsel doyuma erişmek yönünden gereklidir. Erkeklik gücü ya da erkeklik adı .altında bir erkeğin penisinin katılaşabilmesi yeteneği kastedilmekte­dir. Buna karşılık, bu yeteneğin olmamasına cinsel güç­süzlük ya da zayıflık adı verilir.
Katılaşma olayını hiçbir zaman yalnız dış üreme or­ganıyla ilgili bir durum olarak görmemek gerekir. Bu, birçok salgı bezinin, bütün damar ve sinir sisteminin işe karıştığı çok karışık bir olaydır. Katılaşma ve özellikleri herkes tarafından bilinmelidir. Çünkü böyle bozukluklar, cinsel hayatta ve evlilik hayatında bir sürü karışıklığın nedeni olmaktadır.
Erkekte olduğu kadar kadında da, üreme bezlerinin yalnız üreme hücrelerini yaptığı sanılmamalıdır. Bu bez­ler aynı zamanda bir madde daha salgılamaktadır. Bu, cinsel hormondan başka bir şey değildir. Cinsel hormon, üreme hücreleri gibi bedenden ayrılmaz. İleride daha geniş olarak anlatacağımız gibi, tam tersine tekrar kana dökülüp onunla karışır. Kan aracılığıyla bütün organlara taşman cinsel hormon, hem beden üzerinde, hem de in­san canlısının ruhsal hayatı üzerinde önemli etkiler ya­par.
Buluğ çağanın başlangıcında çocukta birtakım deği­şiklikler görülür. Bunlar, gene bu çağda salgılanmaya baş­lanan cinsel hormonun etkilerinin sonucundan başka bir şey değildir. Cinsel hormon giderek çocuğu olgun ve tam bir erkek şekline sokar. Buna karşılık olgunluk yılların­dan sonra hormon salgılanması azaldığından, erkek cin­siyetten yarı yoksun bir duruma gelmektedir.
Bu konuları daha ileride «Cinsel hormonlar ve bozuk­lukları» bölümünde incelemek üzere şimdilik bırakalım, cinsel hormonun birçok etkileri arasından yalnız katılaş­manın başarılmasını gerçekleştiren beyin kabuğunun uya­rılması durumunu inceleyelim.

Cinsel dürtüyü birçok yönden yemek yeme ihtiyacı­na, açlığa benzetebiliriz. Açlık gibi bu da, beynin belirli bir bölgesinde yerleşen ve karın kaslarına komuta eden bir içgüdüdür. Bunun yanı sıra beyne giden kan onu doğ­rudan doğruya etkilemektedir. Kanın besleyici maddeler­le doymuş olduğu oranda beyindeki açlık merkezleri etki­lenmezler ve sonuç olarak biz açlık duymayız. Ama, besle­yici maddeler kandan kaybolup, birtakım hayat fonksi-yonlannm sürekliliği için harcandığında, yoksullaşan kan sıvısı mide ve karın sinirlerini uyararak merkezleri etki­ler ve açlığı doğurur.
Cinsel açlık mekanizması da buna benzerlik göster­mektedir. Beynimizde bazı cinsel merkezler bulunur. Bun­larda açlık merkezleri gibi kanın etkisi altındadırlar. Kan cinsel hormon taşımadığı sürece merkezler durgun hal­dedir. Üreme bezleri cinsel hormon salgılar salgılamaz cinsel merkezler etkilenir. Bu andan başlayarak erkekte cinsel açlık uyanır ve cinsel yönden doyma isteği ortaya çıkar.
Cinsel açlığın derecesi kanda dolaşan hormon düzeyi ile orantılıdır. Üreme bezleri daha henüz herhangi bir hor­mon salgılamadığından çocuklar uyarılmazlar. Gene üre­me bezleri artık hormon salgılamadığından yaşlılarla uyarılmaz olurlar. Buna karşılık bütün insanlarda istemli olarak aşk duygusu uyandırılabilir. Bunun için ya kana şı­rıngayla hormon verilir, ya da ünlü fizyolog Eugene Bteinach’m bilim alanına soktuğu ve başlattığı gibi, be­dene dışarıdan hormon salgılayan bir bez aşılanır.
Katılaşmanın ilk şartının, üreme bezlerince salgıla­nan hormonla beyin kabuğunun uyarılması olduğunu da­ha önce belirtmiştik. Demek ki katılaşma son kertede refleks olarak süregelen merkez sinir sisteminin bir fonk­siyonudur. Bu fonksiyon önce beyin kabuğunoi- ayarla-yıcı etkisi altında, sonra cinsel merkez denilen beynin da­ha derin bölgelerinin etkisi altında ve son olarak da omu­rilikte bulunan bağımsız refleks merkezlerinin etkisi al­tındadır. Erkeklerin aşağı yukarı kemer taktıkları yere uyan bu omurilik bölgesine ise katılaşma merkezi adı ve­rilir. Üreme organlarına giden sinirler omuriliğin bu dü­zeyinden çıkarak dağılırlar.
Bu merkez üstüne bir sürü yalnış ve göz alıcı yayım yapılmıştır. Bunlar, bazı erkeklerin korkuya kapılmala­rına ve üzüntü, sıkıntı duymalarına yol açmıştır. Birta­kım şarlatan kişiler ya da firmalar tarafından birçok ci­haz ve radyoaktif olduğu ileri sürülen ilâç piyasaya çıka­rılmakta ve bunların omurilikteki merkezi uyararak er­keklik gücünü arttırdığı iddia edilmektedir. Erkeklik or­ganında katılaşma olabilmesi için, yalnız omurilikte bu küçük merkezin değil, çok yaygın ve dallanmış bir sinir sisteminin etkisi olduğu bir gerçektir ve gene katılaşma bozukluklarını tedavi etmek için yalnız buranın herhan­gi bir şekilde tedavi edilmesinin yetmeyeceği açıktır.
Bu arada, hekimlikte ve özellikle cinsel bozuklukla­rın iyileştirilmesinde, elle tutulur ve gözle görülür ger­çek faktörler kadar sübjektif ve psikolojik faktörlerin de etkili olduğunu bilmek gerekir. Çünkü bütün bu bozuk­lukların aşağı yukarı üçte ikisi, gerçek bir hastalık olma­dan ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde iyileşmelerin üçte ikisi düşünme gücüyle ilgilidir.
Birçok erkek, erkekliğinin yokluğundan değil de cin­sel güçsüzlüğe çarptırıldığını düşünmekten yakınır. insanların, üstelik de böylesine bir konuda, aldatılmaları çok kolaydır. Tekniğin yeni bir harikası olarak piyasaya sürülen ilâcın son derece etkileyici açıklamasını okuduk­tan ve üstelik yüksek bir parayı ödedikten sonra erkeğin içi güvenle dolar ve kaybettiği gücünü yeniden kazanır. Yukarıda sözünü ettiğimiz katılaşma sinirleri, üre­me organlarının ve katılaşan oluşumların özellikle da­marlarına komuta etmektedir. Normalde bu damarlar ka­sılı durumdadır. Katılaşma sinirlerinin uyarması sonucu genişlerler ve bu da katılaşan oluşumların boşluklarına kanın gitmesini ve erkeklik organının sertleşmesini do­ğurur.

Erkeklik Organının(Penisin)Sertleşmesini,Katılaşmasını Sağlayan Sebepler

1 — Cinsel hormon etkisiyle katılaşma. — Katılaş­manın oluşu birçok nedenlere bağlıdır. Çoğunlukla katı­laşmayı sağlayan cinsel hormonun etkisidir. Üreme bez­leri kana cinsel hormonu akıtır. Hormonla doymuş olan kan beyin kabuğunu uyarır. Beyin kabuğu da, sinir akı­mı aracılığıyla katılaşmanın omurilikteki merkezini uya­rır. Eğer bu uyartılar bilinçaltında dururlarsa, bu durum­da katılaşma bütünüyle otomatik ya da refleks bir olay­dır. Eğer uyartılar hayal gücünü kamçılarlarsa, cinsel fantezilerin ortaya çıkışma sebep olarak, katılaşmanın bilinçli fikirlerle birlikte olduğu görülür. Buluğ çağının başlangıcında erkeklik organında katılaşmalar olduğu dikkati çeker. Bunların hiçbir şekilde bir hastalığın be­lirtileri olmayıp normal olaylar sayılması gerekir. Üreme bezlerinin artık hormon salgılamaya başladığını ve sinir sisteminin kandaki hormon düzeyiyle normal şekilde et­kilendiğini ve uyarıldığını bize gösterir.
2 — Beyni uyaran ve etkileyen maddelerle katılaş­ma. — Tıpkı cinsel hormon gibi beyni uyaran ve bunun sonucunda katılaşmayı kolaylaştıran birçok madde vardır. Bunların içinde en çok tanınan ve kullanılan alkol­dür. Alkol alan bir insanda birdenbire ortaya çıkan bir uyartı hali görülür. Gerçekte en kötü cinsel uyararılardan biri olmasına rağmen bu etkisi yüzünden, erkeklerin cin­sel coşkunluklarından yararlanmak isteyen bir sürü ah­lâksızlık yuvasının en değerli maddesi olmaktadır.
3 — Mukozaları tahriş eden maddelerin etkisiyle ka­tılaşma. — Ağız mukozasını uyaran ve bu nedenle yemek­lere tad vermek üzere konulan baharat cinsinden bazı maddeler vardır. Bunlar kanda eridikten sonra, aynı şe­kilde önce beyni ve omuriliği, sonra da idrar torbasıyla uretramn mukozalarım uyarırlar. Uretra mukozasının uyarılması erkeklik organında katılaşma olmasına yol açar. Bu maddeler arasında tuz, biber, hardal, kırmızı biber, soğan, kimyon, zencefil ve tarçını sayabiliriz.
4 — İncebarsağı şişiren maddelerin etkisi altında katılaşma. — Mide ve incebarsağı şişirerek karında şiş­kinlik yapan bütün yemekler de aynı şekilde katılaşma sinirlerini uyarmaktadır. Böylece katılaşmanın başlatıl­masına katkıda bulunurlar. Böyle yemekler içinde de bü­tün baklagilleri, lahanayı, peynirleri ve yumurtayı say­mak gerekir.
5 — Afrodizyak maddelerin etkisi altında katılaş­ma. — Daha önce saydığımız maddeler gibi beyni ya da mukozaları uyarmadan cinsel isteği kamçuayan bazı mad­delerin olduğu görülmüştür. Çok eski zamanlardan beri cinsel yönden kamçılayıcı olarak kullanılan ve aşk tanrı­çası Afrodite’den alınarak afrodizyak adı verilen birta­kım maddeler söz konusudur. Bunlar arasında kereviz, kuşkonmaz, maydanoz, karanfil, vanilya ve bir Afrika bitkisinin özü olan yohimbini belirtmek istiyoruz.

Dünyanın birçok yerlerindeki buna benzer daha baş­ka bitkilerden çıkarılan özler de bu amaçla kullanılmak­tadır. Bütün uluslar afrodizyakları tanırlar ve uyarıcı­ların hemen hepsi aşağı yukarı bu maddelerden yapıl­mıştır. Bütün aşk iksirleri, mukozaları tahriş eden mad­deler, afrodizyaklar ve esanslarla tat verilmiş olan al­kollü içkilerdir. Katılaşmanın gecikmesi istendiğinde ya da katılaşmanın iyi gelmeyeceği bazı erişkinlerde bu maddelerin kullanılmasına engel olmak gerekir. Katılaş­maları azaltmak ya da ortadan kaldırmak için soğuk li­monata, soğuk kahve ya da, aralıklı alındığında tamamen zararsız olan bromürden biraz verilir.
6 — İdrar torbasımn aşırı doluluğuyla ilgili katılaş­ma. — İdrar torbası dolarken çevredeki dokuları ve aynı zamanda katılaşma sinirlerini de sıkıştırarak uyarır. Sa­baha karşı uykunun derinliği azaldığında, bir başka de­yimle sinir sistemi uyartıları alabilecek duruma geldiğin­de, idrar torbasının dolmasıyla,, hemen her zaman ref­leks şeklinde bir katılaşma ortaya çıkar. Bu herkesçe bili­nen sabah katılaşmasıdır. Erkek uyandığında penisinin sert olduğunu görür. Bu sertleşmelerin doğrudan doğruya hiçbir cinsel nedeni yoktur ama, bunlar cinsel düşünceyi uyandırarak gerçek bir katılaşmaya dönüşebilir. Artık erkeklik güçleri kaybolmaya yüz tutmuş ve normal uyar­tıların katılaşma olmasına yetmediği belirli bir yaştaki kocalar, sabahları ortaya çıkan bu refleks katılaşmadan yararlanmak isterler. Bu şekilde sabah erkenden, ama, hayatta biraz geç olarak cinsel birleşmenin son zevkleri­ni elde etmeyi ve vermeyi başarırlar.
Çocuklarda bile idrar torbasının doluluğu katılaşma yapmaktadır. Gene erkeklerde, hatta yeni doğmuş çocuklarda bile, derin uyku sırasında bilinçli olmayan katı­laşmalar görülür.
Çocukta da, erişkinde olduğu gibi katılaşma, belirli bir tat duyumuyla birliktedir, ilgisini cinsel organlarına ve onların çalışmalarına yöneltir. Bu olay göz önünde bu­lundurularak bütün çocukların, özellikle buluğ çağma yaklaşanların sabah uyandıktan sonra hemen idrar etme­lerini sağlamak gerekir.
7 — Cinsel bölgelerin mekanik olarak uyarılmasından sonraki katılaşma. — Erkeklik organının derisi, özellikle ön ucun derisi, özel sinir uçlarının sonlandığı aşırı duyarlı ve çok yoğun bir ağla örtülüdür. Bu özel son-lanmalann uyarılması bize bir tat alma duygusu verir ki bunlara tat alma cisimcikleri adının verilmesi bu yüz­dendir. Kesinlikle bilmediğimiz ama, kabul etmek zorun­da kaldığımız bu oluşumlar, katılaşan sistemi en yüksek gerilime getiren elektrik cihazları gibidir.
Bütün elektro-mekanik cihazlar gibi sinir sistemi de ritmik sarsıntılarla uyarılır. Cinsel temas, normal olarak yapıldığında, cinsel organların duyarlı bölgelerini meka­nik olarak uyaran ritmik hareketlerden kuruludur. Bu hareketler sinir sistemini yüksek bir gerilime getirir. Ka­tılaşmaları savuşturmak için, erkeklik organının meka­nik ve ritmik uyarılmalarından kaçınmak gerekir. Genç çocuklarda ritmik hareketlerle birlikte olan oyunlar, ör­neğin bisiklete binme, ata binme, tepesine ödül asılmış yüksek ve kaygan bir direğe tırmanma, tahterevalliye binme sırasında katılaşmalar ve aynı şekilde tat alma duyumları doğmaktadır. Hatta çok küçüklerde bile; ör­neğin bir erişkinin kucağında hoplatılmak gibi eğlence­ler kolayca katılaşmalara ve tat alma duyumlarına yol açabilmektedir. Sonuç olarak erkek çocuklarda, hatta kız­larda bu gibi oyunlardan kaçınmak gerekir.
Gene erken yaşlardaki cinsel uyartılardan korumak için erkek çocukların ellerini külotları içinde tutmalarına engel olunmalıdır. Ayrıca deriyi tahriş edecek her çeşit kumaştan kaçınmak, ceplerin küçük ve dar olmamasına dikkat etmek gerekmektedir.
8 — Vücutla ilgili bir cezadan sonra olan katılaş­ma. — Çocukların kaba etlerine vurmak eskiden hoşa gi­den bir hareketti.. Bundan da kaçınmak gerekir. Çünkü bunlar yalnız çocuk eğitimi yönünden değil, tat alma du­yumlarının da önlenmesi yönünden yapılmaması gereken hareketlerdir.

Spermanın,Meninin Dışarı Atılması

Bedenden ayrılma­dan önce sperma uzun bir yolu aşar. Eğer spermanın için­den geçtiği bir sürü kıvrım toplanır ve birbirine eklenir­se, ortaya aşağı yukarı 2 metrelik bir yol çıkar.
Cinsel hücrelerin küçüklüğü göz önüne alınacak olur­sa, bu oldukça büyük bir aralıktır. Spermalar bu yolu,kendi güçlerini kullanarak aşmamaktadır. Nasıl askerler dinlenmiş ve dinç olsunlar diye savaş alanına kadar araç­larla götürülüyorlarsa spermatozoidler de benzer şekilde taşınmaktadır. Sperma kordonlarından uretra ağzına ka­dar aşağı yukarı bütün yol küçük kas lifleriyle çevrilmiş­tir. Normalde bu lifler gevşektir. Ama, üreme sinirleri uyarıldığı sırada bu lifler de ritmik bir şekilde kasılır ve borular solucanlarınınkini andıran bir harekete başlar. Bu, barsak hareketlerine de .benzeyen hareketlerin yardımıyla içindekiler öne doğru itilmiş olur. Spermayı içinde bulunduran kavernöz cisimlerin cinsel uyartı sonu­cu kasılması ve spermatozoidleri uretranın çeperlerine doğru fırlatması sırasında seminal keseler de içlerinde­ki sarımsı ve yapışkan sıvıyı uretra içine fırlatır. Bu sı­vının çarpma şiddeti prostatın faaliyetini başlatır. Pros­tat da kasılarak, kendi içinde bulunan küçük bezlerin sal­gıladığı maddeyi, sperma sıvısının çeşitli kısımlarının karıştığı uretraya fırlatmış olur. Uyarılmanın .başlangı­cında yukarıda sözünü ettiğimiz solucansı hareketler ya­vaş ve yumuşaktır. Üreme sinirlerinin uyarılması arttı­ğında hareketler de çoğalır. Sonunda bütün boru sistemi güçlü olarak kasılır ve genellikle erkeğin bilinçli olarak duyduğu 5 ile 8 atımda bütün içindekileri, yani sperma­tozoidler, prostat suyu, uretramn sümüksü salgısı ve seminaî keselerin sıvısı karışımını fırlatır. İşte bu, üretim sisteminin borularının ritmik boşaltılması olayı, sperma atımı ya da ejakülasyon adıyla anılmaktadır.
Spermanın atılmasına erkeklik organının kök kısmında bulunan kasların çok güçlü kasılması da eşlik eder. Bir kere başlatıldığında, atılma olayı artık durdurulamamaktadır. Karnın alt kısmının bütün kaslarının çeşit­li şekillerde, ritmik kasılmalarıyla olaya yardımcı oluşu, spermanın uretradan fırlatılma gücünü çok arttırır. Kadınların büyük bir kısmı spermanın vaginâyâ çarpışı­nı duyar. Bu da genellikle tat duyusunun artmasına se­bep olur. Çok kere de kadınlarda orgasmı başlatan sper­manın vaginaya çarpışı olmaktadır. Erkekte atım orgazmla birlikte olduğuna göre cinsel temas sırasında kadınla erkek cinsel coşkunluğun en yüksek düzeyine birlikte eri­şiyorlar demektir. Âtımdan sonra erkekte cinsel uyarılma dereceli olarak azalır. Boşluklara kan dolmasını sağlayan kaslar yumuşar ve erkeklik organı da sertliğini kaybeder.

Geceleri Sperma Atımı Ya da Gece Kirlenmeleri

Er­keğin üreme bezi hiç durmaksızın, ortalama günde 100 milyon olmak üzere spermatozoid yapmaktadır. Bu ne­denle zaman zaman yükünü azaltmak zorunluluğunu du­yar. Nasıl bir gayzer, iç basınç belirli bir dereceye her gelîşinde, toprak altındaki su yedeğini fırlatıyorsa, er­kek düzenli olarak cinsel temaslarla boşaltmazsa, .üreme organlarda içinde aşırı olarak biriken cinsel hücreleri dı­şarıya. “SStar. Bu duruma genellikle geceleri rastlanmakta­dır. Yükselen sperma, uretranm sinirlerini ve çeperlerini uyararak tat duyusu doğurmakta, bunlar da giderek be­yinde cinsel düşler uyandırmaktadır. Halk arasında yay­gın inanışın tam tersine, erkek gördüğü cinsel düşlerin sonucu sperma kaybetmez; tersine, spermanın yükselip sperma kordonlarının kasılması sonucu cinsel düşler uyan­dırılmış olur.
Gece kirlenmeleri sağlıklı bir insandaki normal gös­terilerdir. Ama, pek az fizyolojik olay, genç bir erkekte kirlenmeler sonucundaki tohum kayıpları kadar şüphe ve sıkıntı doğurabilir. Sofu olanlar günah işlediğini sanır ve başına geleni çevresindekilere anlatamaz. Ötekilerse kendilerini hasta olarak kabul eder. Çünkü değerli sıvı­nın kaybedilmesi onları güçlerinin azalması, zayıflama tehlikesiyle karşı karşıya getirecek sanırlar. Dünyadaki en etkileyici güçlerden biri de hayal gücü olduğundan, er­kekte zayıflık ve yorgunluk nöbetleri ortaya çıkar.
Böylece erkek, bütün uzman hekimlerce iyi bilinen merak hastalığının özel bir çeşidine yakalanmış olur. Gerçekte gece kirlenmelerinin hiçbir zaman zayıflatıcı bir hastalık değil, tersine iyi gelişmiş normal bir bedenin ge­ne çok normal bir fonksiyonu olduğu iyice bilinmelidir. Sağlıklı bir genç erkekte gece kirlenmeleri 5 ile 20 gün­lük aralıklarla ortaya çıkar. Genellikle gecede bir kere görülür. Bazan üreme bezleri spermatozoidleri 1 kerede tam olarak boşaltamaz. Bu durumda gecede iki kirlenme ya da arka arkaya iki gece kirlenme görülebilmektedir.
Buna karşılık, çok aralıklı olan kirlenmeler de hiçbir zaman vücut sağlığına zararlı değildir. Tersine, cinsel te­mas yapmayan üreme organlarının, gece kirlenmeleri ara­cılığıyla çalışmasını sağlar. Kendisini taşıyan erkeğin 10 ya da 15 yıl süreyle kullanmadığı bir organdan, günün birinde nasıl fonksiyonunu yapması beklenebilir?
Demek oluyor ki erkek cinsel bir merak hastası ol­madığı sürece, gece kirlenmeleri bir rahatlama konusu olmaktadır. Büyük abdestle dolu olan bir barsak tuvalete gidince nasıl rahatlıyorsa, kirlenmelerle de üreme bezleri aşırı beslenmeden bağışık tutulup üreme organları geri­limden kurtulmaktadır. Yalnızca, gece kirlenmelerinin haftada iki kereden çok olduğu ya da aynı gün içinde 1 den çok olduğu zaman üretim sisteminin aşırı bir çalış­ması ve bununla ilgili olarak bir zayıflamadan şüphelen­me söz konusu olabilir. Ama, bu durum bile gerçek bir hastalık olarak nitelendirilmemelidir. Çünkü sinir siste­minin her aşırı uyarılması gibi özel bir perhizle bu da or­tadan kaldırılabilir.

Sperma,Spermanın Kokusu,Hareketliliği ve Yapısı

Boşalım sırasında dışarı atılan sper­ma sarımtırak beyaz renktedir ve taze olduğunda yumur­ta akını andırır. Ama, havanın etkisiyle çabucak değişe­rek yapışkan bir sıvı görünümü alan sümüksü bir mad­deye dönüşür. Kuruduğu zaman çamaşırlarda grimsi, sert kıvamda, kenarları belirli ve suda kolaylıkla çözünen le­keler bırakır. Suyla karıştığında sperma küçük sümüksü lekeler yapmaktadır. Bir tek ejakülasyon sırasında atılan sperma miktarı 3 ile 6 santimetreküp arasında değişebi­lir.
Spermanın kokusu. — Taze spermanın kendine özgü bir kokusu vardır ve taze bir kestaneninkini andırır. Bu kokuyu veren, prostat özsuyunun içinde bulunan ve sper­min adı verilen bir maddedir. Soğuyunca, spermanın ko­kusu gittikçe acılaşır ve keskinleşir.
Erkek spermasının kokusunu sevmez. Ama, kadın, kendisini cinsel yönden uyardığı için bu kokuyu benimse­mektedir. Bir kadının bir erkeğe olan sempatisinin dere­cesini spermasının kokusunu benimseme şekliyle ölçmek mümkündür. Nasıl bir kadının kokusu kocasını iğrendirmiyorsa, kocasını aşkla seven bir kadın, onun spermasının kokusunu da sevmektedir.
Cinsel temas sırasında kadın erkeğin spermasını kendi vücuduna almaktadır. Spermanın içinde yer alan ba­zı maddeler, örneğin kokulu maddesi olan spermin, kadı­nın kanında ve öteki vücut sıvılarında erir. Oralarda çe­şitli kimyasal değişimlere uğrayan bu maddeler sonunda idrar, kan ve solukla çıkarılır. Spermanın, kanın vajina boşluğuna konuşundan aşağı yukarı yarım saat kadar son­ra bazı kadınların soluklarında, akciğerler tarafından atı­lan sperminin belli edici kokusu duyulabilir. Bazı kadın­larda bu koku 1 ya da 2 saat süreyle kalabilmektedir.

Spermanın hareketliliği. — Bir damla sperma mik­roskop altına konup incelendiğinde insan, ilk bakışta ta­biatın en büyük ve en ilginç olaylarından biriyle karşı karşıya kaldığını sanır. Gözlerinin önünde bu, sayılama­yacak kadar çok hayvancığın kıpırdayışına, gidip gelişi­ne inanamaz. Bunlar sanki bir havuzun içindeki yılan ba­lıkları gibi kıpırdayıp hareket etmektedir. Mikroskop al­tına konulan damlanın soğumasına ve kurumasına engel olunursa, bu hareketlilik saatlerce, hatta günlerce ince­lenebilir. Bir gün sonra da, aynı hayvancıkların bir gün önceki kadar hareketli olduklarını görmek insanı şaşır­tır. Kadının üreme hücresini bulmak ve onunla birleşe­rek bu şekilde kuşağımızı çoğaltmaktan bir türlü bıkma­yan, gayelerinden vaz geçmek istemeyen bir görünüş ve çaba içindedirler.

Spermatozoidlerin sayısı. — Her şey yalnızca mikros­kop altında gözümüzle gördüğümüz kadar değildir. Hare­ketin olağanüstülüğünün yanı sıra bizi şaşırtan ikinci bir olay daha vardır. Bu da hayvancıkların çokluğudur. Bir tek ejakülasyonla erkek vücudunun dışarıya attığı ya da kadının vücuduna bıraktığı üreme hücresinin sayısı 250 ile 350 milyondan daha az değildir. Bütün bunların yanı sı­ra da atılan bu cinsel hücrelerin, yani spermatozoidlerin her birisinin birer yarım insan taslağı olma yetenekleri­nin varlığı unutulmamalıdır.

Spermanın kalıtıma yön verici özelliği. — însan gözü bazı şeylerin görülmesinde, ayrıntılarının incelenmesinde oldukça yetersizdir. Örneğin spermatozoid insana, kuy­ruğu bir pervane gibi dönen ve başı da büyütülmüş bir nokta boyunda olan bir gri iplikçik şeklinde gözükür. Ama, bu hayvancıklar bazı boya maddeleri aracılığıyla renk­lendirilip mikroskop altında birçok kereler büyütüldüğün­de, iç yapılarının bütün ayrıntıları görünür bir duruma gelebilir. Bu şekilde incelendiğinde spermatozoid sanki bir torpil şeklinde yapılmıştır. Çeşitli yönlerde gidip ge­len ve önemli bir madde taşıyan araçlara benzer. Gerçek­ten erkek üreme hücresi önemli bir madde taşımaktadır ve bu madde de babadan geçen kalıtım özelliğidir. Spermatozoidler aracılığıyla babanın vücudundan anneninkine aktarılmaktadır.
Spermatozoidin içindeki kalıtım özelliği birtakım ta­necikler, çubukçuklar ve düğümlerden şekillenmiştir. Bu konunun aydınlatılmasında, bazı böcek türleri üzerinde yapılan araştırmalardan yararlanılmıştır. Araştırmaların ışığı altında bir canlının özelliklerinin, örneğin gözlerin rengi ya da kokunun, bu çubukçuk ve düğümlerin bazı bölgelerine dağılmış olduğu ortaya çıkmıştır. Eğer bu parçalar hücreden ayrılırsa aynı özellikler bir sonraki kuşağa geçmemektedir.
Babanın sperma hücresiyle annenin yumurta hücre­si birleştiğinde, anayla babanın çubukçukları bir mo­zaik şeklinde birbirine karışır. Bu son derece iyi düzenle­nen mozaik, doğacak olan çocuğa karakterini, özellikleri­ni, tabiatını verecektir. Ama, spermanın baş kısmında bu­lunan bu, tartıya gelmeyecek kadar küçük maddeler, ba­badan gelen bir sürü özelliği nasıl barındırmaktadır? Ay­nı şekilde, babanın vücudundaki bu kadar çok ve dağınık özelliklerin tümü, çocuğun vücuduna bu kadar küçük bir yerde nasıl taşınmaktadır?
Kısaca belirtmek gerekirse, maddenin yalnız beden­sel özellikleri değil, örneğin müsik yeteneği ya da öfkecilik gibi akılla ve ruhla ilgili birtakım özellikleri de cisimleştirdiğini bugün için anlamamız kolay değildir.

Erkekte Cinsel Fonksiyonlar

Testislerin fizyolojisi üzerinde yapılan bilimsel araştır­maların başlangıcı yakın zamanlara rastlar. Oysa bunla­rın fonksiyonları, araştırmalar başlamadan çok önce bazı gözlemlere dayanılarak ortaya konmuştur. Özellikle erkek­lerde kadınlara oranla kas gücünün çokluğu, belirli bir yaştan sonra sakal, bıyık çıkması ve sesin kalınlaşması, erkekteki cinsel istekler gibi bazı ayrılıkların testislerle ilgili olduğu biliniyordu. Daha sonraları hayvanlarda ve insanlarda şu ya da bu nedenle testisler çıkarıldığında, erkeklik karakterlerinin bütünüyle kaybolmaya yüz tut­tuğu görülmüştür. Bunların yam sıra, testis ezmelerinin güçlülük verdiği, insanda cinsel isteği arttırdığı da İbni Sina ve daha öncekiler tarafından sezilmiştir. Hatta daha o zamanlar testis ezmeleri ilâç olarak hastalara verilme­ye başlandı.
Testislerin çıkarılması olayına kastrasyon, yani iğ­diş etme ya da kısırlaştırma adı verilir. Deneysel olarak yapıldığı gibi, hayvanlarda yağlanmayı sağlamak, boğa ve aygırların kızgınlık ve saldırganlıklarına engel olmak amacıyla da kısırlaştırma yapılmaktadır. Hıristiyanlık başladıktan sonra kiliselerde ince ve güzel sesli koro şar­kıcıları yetiştirmek için çocukların küçük yaşlarda hadım edildiklerini görmekteyiz.

Çocukluk Yaşlarında Hadım Edilmenin Sebepleri ve Sakıncaları

ÇOCUKLUK YAŞLARINDA HADIM EDİLME SONUCU ORTAYA ÇIKAN HAREMAĞASI TİPÎ.
Osmanlı sarayında da harem bölümünün işlerini gören erkekler genellikle zenci olur ve hadım edilirlerdi.
Testis urlarında olduğu gibi zorunlu bir ameliyat so­nucu ya da savaşlarda yaralanarak testislerini kaybeden­lerde, bu organların yokluğunda ortaya çıkan belirtiler iyi bir şekilde incelenmiştir. Bu gibi insan ya da hayvan­larda spermatozoidlerin yapılması tam olarak durduğu ve kısırlık görüldüğü gibi, hormon yokluğundan ileri gelen bazı özel belirtiler de kendini gösterir. Bu belirtiler ola­yın bulûğ çağından önce ya da yetişkinlerde meydana gel­mesine göre iki şekilde ortaya çıkar. Örneğin testisleri çı­karılan yavru hayvanlarda penis ve seminal keseler geli­şemez. Gene bu hayvanlarda kemikler de zamanında ka­panamamakta ve yer yer yağ toplanmaları görülmektedir. Kasların gelişmesi ve gücü de tam olmayan hayvanlar, ruhsal yönden dişilere benzemekte, cinsel istekleri sönük kalmaktadır.
Genç yaşlarda çeşitli nedenlerle testisleri çıkarılan ya da tahrip edilen insanlarda bazı gözlemler yapılmıştır. Belirli bir orandan sonra da kemiklerin uzaması devam etmekte, boy uzamaktadır. Gene çocuklarda yapıldığın­da göğüs dar kalır, deri soluktur. Gözlerde ve yüzde do­nuk bir anlam vardır. Sakal, bıyık çıkmaz, kalçalarda yağ­lanma olur, kas gücü ve enerji yeteneği ileri derecede aza­lır. Sesi de ince kalan bu gibi insanlara haremağası tipi denmekte ve bunlarda cinsel istek sönük olmaktadır. İş­te bu yüzden eski saraylara zararsız harem dairesi bek­çileri yetiştirmek üzere genç erkekleri hadım ederlerdi.
Gelişmiş insanlarda kısırlaştırma, genellikle testis ve­remi ya da testis kanseri gibi bir hastalık olduğunda ya­pılır. Bunun yanı sıra, eski zamanlarda çevresine cinsel yönden zarar veren, birtakım cinsel sapıklıklarda bulunan ya da suçlar işleyen akıl hastalarında da böyle kısırlaş-tırıcı ameliyatlara gidilirdi. Böyle bir ameliyatın sonucun­da o zamana kadar normal olan cinsel fonksiyonlar bozu­lur. Dış üreme organlarında bir gerileme, kas gücünde a-zalma başlar, cinsel istek söner. Böyle erkeklerde çalışma zevki de kalmaz. Vücudun belirli yerlerindeki erkeklere özgü kıllar seyrekleşir ve anormalbir yağlanma görülür.

Yağ toplanması özellikle göğüste ve kalçalarda belirlidir. Yani daha çok kadınlaşmaya doğru bir eğilim vardır. Ço­cuk yapma yeteneğinde tam bir kayıp, tam bir kısırlık hali ortaya çıkar.
Bu gibi insanlarda yapılan sürekli erkeklik hormonu şırıngaları, meydana gelmiş olan bozuklukları bir derece­ye kadar azaltmaktadır. Böyle erkeklere yeni testis aşıla­ma yoluna da gidilmiştir. Ama, bu şekilde bir ameliyat iyi sonuç vermez, çünkü nakledilen yabancı testis kısa za­manda bozularak fonksiyonunu kaybeder, bir başka de­yimle dejenere olur. Çocuk yapma yeteneği ise hiçbir za­man geri dönemez.
Bazı çocuklarda testislerin bir ur şeklinde iri ol­duğu görülür. Böyle durumlarda dış üreme organları d
Vücudun her yanı ve özellikle beyin hücreleri, testis hormonu aracılığıyla cinsel yönden uyarılır. Kurbağada­ki basit cinsel refleksten insandaki zekâ belirtilerine ka­dar bir çok olay bu uyarılmanın etkisi altındadır. İlkba­harda erkek kurbağınm göğüs derisine parmakla doku­nulduğunda hayvan hemen bu parmağı ön ayaklarıyla ku­caklar. Yılın öteki mevsimlerinde bu refleks görülmemek­te ve testisleri çıkartılan kurbağada da artık bu gösteriye rastlanmamaktadır.
Cinsel bezleri hayvandan hayvana nakletmek müm­kün olmuştur. Örneğin yumurtalığı çıkarılan bir tavuğa bir horozun testisi aşılanabildiği gibi, testisi çıkarılan bir horoza da tavuk yumurtası aşılanabilir. O zaman, hayvan­da bir cinsiyet değişikliği ortaya çıkar. Bundan da hay­vanın bünyesine ve dış görünüşüne cinse özgü karakter­leri veren organların cinsel bezler olduğu anlaşılır.

Bazı akıl hastalarının da kısırlaştırıldığını yukarı­da söylemiştik. Burada hormonal çalışmayı sekteye uğrat­madan spermatozoid yapımını durdurmak ve çocuk yap­ma yeteneğini ortadan kaldırmak söz konusudur. Bunun için ya testisleri röntgen ışınlarına tutmak, ya da sperma yollarını bağlayarak cinsel hücrelerin dışarı verilmesini önlemek gerekir. Zamanla spermatozoidleri meydana ge­tiren hücreler kaybolur ama, hormon çıkaran bölüm fonk­siyonunu sürdürür. Hatta kısa bir zaman içinde daha çok miktarda hormon kana verilmiş olur. Bu usul örneğin Al­manya’da dejenere doğumları önlemek amacıyla akıl has­talarında zorunlu olarak uygulanmıştır.
Bütün canlılık ve gençlik heyecanlarını yaratan hor­mon faaliyetinin ileri yaşlarda tazelenmesi için, genç maymunlardan insanlara testis nakli düşünülmüş ve bu konuda bazı denemelere girişilmiştir. Ama, Voronoff aştsı adı altında uygulanan bu çeşit testis değiştirmeleri iyi sonuçlar vermemiştir. 6 ay kadar süren ve biraz aşının yaptığı psikolojik etki, biraz da yeni testis hormonlarının etkisi yüzünden geçici olarak ortaya çıkan bir iyilik ve canlılık görülmüş ama, sonra eski durum geri dönmüştür.
îşte gerek testis kanalı bağlandığı zaman görülen gençleşme belirtileri, gerekse Voronoff tarafından may­mun testisinin insana aşılanabilmesi olayı, bu organda bir hormon bulunduğunda şüphe bırakmamıştır. Son za­manlarda testis hormonu sentetik olarak da elde edilme­ye başlandı.
Sonuç olarak testis hormonunun başlıca görevlerini şöyle özetleyebiliriz :
1 — İkincil seks karakterlerinin gelişmesini sağla­mak.
2 — Beyni cinsel yönden uyararak erkeğe özgü be­lirtilerin şekillenmesine yardım etmek.
3 — Kemiklerin normal büyümesini sağlamak.
4 —- Metabolizmayı uyarmak.
Testislerin ya doğuştan çok küçük oluşları ya da bir tanesinin torbalara kadar inememiş olması nedeniyle ba­zı yetersizlik belirtileri ortaya çıkabilir. Bu gibi insanlar­da da gene haremağası şeklinde bir gelişme, üreme organ­larının ve ikincil seks karakterlerinin geri kalması, bel gevşekliği, bazan şişmanlama ve yağlanma görülür. Bu gibi hastaların hormon tedavilerinden yararlanması müm­kündür.
Bir de tersine, test’islerin aşırı çalışması söz konusu­dur. Örneğin bazı testis urlarında ya da deneysel olarak sürekli hormon şırıngalarında çabuk gelişme ve cinsel ol­gunlaşma görülmektedir. Genç yaşlarda sakal, bıyık çık­ması, cinsel organlarda büyüme, sesin kalınlaşması ve ruhsal yönden erkenden erkekleşme gibi belirtiler ortaya çıkar. Bu konuya ilerde gene değinilecektir.

Kadın ve Erkeğin Üreme Organları

Sidik-üreme sistemi (ürogenital sistem), adından da anlaşılacağı gibi, sidik yapan ve üremeyi sağlayan, birbirinden ayrı iki işlevle ilgili organlardan oluşur. Sidik sistemi, bedeni zararlı maddelerin bir bölümünü içinde bulunduran sidiği yapan (böbrekler) ve bunu dışarıya atan (havuzcuk, leğen, sidik borusu, sidik torbası ve sidik yolu) organlardan oluşur. Üreme organları, erkekte ve kadında değişik nitelikler ve yapılış gösterir. Memeler, kadın üreme organlarıyla birlikte incelenir.

Üreme bezleri (gonadlar), türün sürmesinde başlıca rolü oynarlar. Dişiler deki üreme bezinin (yumurtalık) ve erkek üreme bezinin (erbezi) iki görevi vardır. Bir yandan cinsel görevi yerine getirirler (yumurtacık ve spermatozoyit denen cinsellik hücrelerini üretirler), öte yandan cinsel hormanları salgılarlar. Böylece kişinin, bedensel ve ruhsal cinsinin özelliğini belirlerler.

Kadında üreme işlevleri, erkeğe oranla daha karmaşık ve farklıdır. Erkeğe oranla daha erken başlayan cinsel yaşam (ergenlik) 30-35 yıl kadar sürdükten sonra, yumurtalıkların işlevi sona erer (yaşdönümü). Erkeklerin üreme işleviyse, ancak yaşamlarının geç dönemlerinde bir duraklama gösterir. Kadın yaşamının en önemli dönemini oluşturan bu cinsel yaşam dönemi içinde ayrıca, ortalama 28-30 günlük aralarla tekrarlayan ve âdet kanamasıyla kendini gösteren çevrimsel dönemler vardır.

Âdet kanamasının kadın bedenini birtakım zehirli maddelerden temizleyen bir olay olduğu inancı, bugün bile yaygındır. Bu boş inanç, yüzyıllar önce hekimler arasındaki yanlış bilgi ve inançlardan kalmıştır. Yüzyıllar önce, Galenos (lat. Galenus) tarafından ileri sürülen bir görüşe göre, kadınların bedeninde kan fazlalığı vardır ve çevrimsel kanamalar, bir tür denge sağlamaktadır. Gene eski bir görüşe göre, âdet kanamasının Ay’ın hareketleriyle ilişkili olduğu ileri sürülmüş ve çevrimin 28-35 günde tekrarlaması, kanıt olarak gösterilmiştir.

XIX. yüzyılda Pflüger, XX. yüzyıl başlarında Knauer (1910), Halban (1911), Robert Meyer (1913), yumurtalıkların ve dölyatağı mukozasının anatomik ve işlevsel değişikliklerini inceleyerek, bu çevrimin mekanizmasını açıklamaya çalıştılar. Robert Schröder (1914), çevrim boyunca dölyatağı mukozasındaki değişiklikleri evre evre gözleyerek, dönemlere ayırdı ve kanamanın tam mekanizmasını açıkladı. Bu çalışmaları bir laboratuvar işi haline sokan Stockardt, Papanicolaou, Ailen ve Doişy, çevrimin dölyolu epiteli ve salgısının incelenmesiyle de izlenebileceğini gösterdiler. Çevrimle ilgili anatomik bilgiler böylece ortaya çıkarıldıktan sonra, çalışmalar cinsellik hormonları üstünde yoğunlaştırıldı.

Daha Mısırlılar zamanında, cinsellik hormonlarının varlığı biliniyordu. Bu hormonların buğday, arpa gibi bitkiler üstüne etkileriyle, dölyatağı içi yaşamda çocuğun cinsinin saptanmasına çalışılıyordu. Erbezi ezmelerinin kuvvet verici, cinsel gücü artırıcı ve gençleştirici etkileri, yüzyıllar önce, Mısır ve Yunan hekimleri ile İbni Sina tarafından biliniyordu. 1672′de ilk kez Regner de Graaf, yumurtalıkların, hormon çıkardıklarını kanıtladı. A. Haller, sarı cismin oluşumunu açıkladı. 1889′da Brown Seguard, erbezi ezmelerinin kendisine şırınga edilmesinin, bir gençlik ve dinçlik etkisi yarattığını bildirdi. Butenandt 1934′te, erkeklik hormonlarının kimyasal yapısını aydınlattı; 1947′de Anner, dişilik hormonlarının yapay olarak elde edilebileceğini gösterdi.

Bütün bu gelişmelerin ışığında, erkek ve kadının üreme organları ile bu organların hastalıkları konusunda, bilgiler önemli ölçüde gelişti. Artık, bu hastalıkların birçoğuna çare bulunabilmekte, ayrıca cinsel yaşamın en önemli sorunlarından biri olan istenmeyen gebelikler sorunu da, doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi ve çeşitlenmesi sonucunda büyük ölçüde çözümlenmektedir.

Kadın Üreme Organı Yumurtalıklar

Yumurtalıklar (ovarium), yumurtacık yapan organlar olmalarının yanısıra, içsalgı bezleridir. Östrojen ve progesteron hormonlarını salgılarlar.

Yeri

Sağda ve solda iki yumurtalık vardır; leğen boşluğu içinde, bu boşluğun çeperlerine dayalı olarak dölyatağı geniş bağlarının arkasında yeralırlar.

Biçimi ve Dış Görünüşü

Yanlarından basık, yumurtamsı biçimlidirler (bademe benzerler); büyük eksenleri dikey ya da aşağı ya da arkaya doğru hafif yatıktır.

Görünüşleri kadının yaşına ve fizyolojik durumlara göre değişir. Ergenliğe kadar düz olan yumurtalıkların yüzleri, yaş ilerledikçe, Graaf foliküllerinin bu yüzeyde yaptıkları çıkıntılarla, bu foliküllerin çatlamasından sonra ortaya çıkan yara yerinden dolayı pürüzlü olur. Yaşdönümünden sonra yumurtalıklar küçülür, yüzlerindeki pürtükleri yitirerek düzleşir.

Büyüklük ve Ağırlığı

Yumurtalıkların, yetişkinde ortalama yükseklikleri 3,5 sm, genişlikleri 2 sm, kalınlıkları lısm’dir.

Renk ve Kıvamı

Kıvamları katıcadır. Renkleri, pembeden fildişi rengine kadar değişir.

Tutunma Araçları

Yumurtalığın yerinde durmasını, yumurtalık orta askısı ve üç bağ sağlar. Yumurtalık saçağı, yumurtalık özel bağı ve yumurtalık aşıcı bağı adı verilen bağlar, yumurtalığa büyük bir oynaklık kazandırır.

Yumurtalık orta askısı (mesovarium)

Yumurtalığın ön bölümünü, dölyatağımn geniş bağıyla birleştiren kısa bir bağdır.

Normal bir küçük leğenin, karın içine bakma yöntemiyle (çölyoskopi) alınmış resmi. Üstte, ortada dölyatağı gövdesi ve üst köşelerinden eğik olarak yanlara uzanan dölyatağı boruları ile üstlerini örttükleri, beyaz renkli yumurtalıklar açıkça seçilmektedir.

Yumurtalık aşıcı bağı (liganıentum suspensorium ovarii)

Yumurtalığın üst bölümüne bağlanır. Düz kas. lifleri ve bağdokusu lifleriyle sarılmış atardamarlar, toplardamarlar ve lenf damarları, yumurtalığa bu bağ aracılığıyla gelirler.

Yumurtalık saçağı (fimbria ovarica)

Yumurtalığın üst bölümünü, dölyatağı borusu saçaklarıyla birleştirerek, her iki organ arasındaki doğrudan bağlantıyı sağlar.

Yumurtalık özel bağı (ligamentum ovarii proprium)

Yumurtalığın alt bölümünü, dölyatağının yan açısına birleştirir.

Bu bağlar arasında yumurtalık orta askısı ve özellikle yumurtalık aşıcı bağı, yumurtalığın normal durumunda tutunmasını sağlarlar. Öteki iki bağın görevi, yumurtalığı dölyatağı borusuna ve dölyatağma yakın tutmaktır.

Komşulukları

Yumurtalık dış yüzünün komşulukları

Yumurtalık, tam anlamıyla leğen içinde yeralan tek üreme organıdır (öteki organlar, karın zarı tarafından «örtülmüşlerdir»}; leğenin yan çeperinde, karın zarıyla örtülü yumurtalık çukuru içinde yerleşmiştir. ,

Hiç doğum yapmamış kadınlarda, yumurtalık bu sınırlı çukurcuk içinde bulunur. Komşulukları şunlardır:

—’ arkada sidik yolu ve kalça iç damarlarıyla;

— yukarda kalça dış damarları ve lenf zinciriyle;

— aşağıda dölyatağı atardamarıyla;

— önde dölyatağı geniş bağıyla (dölyatağı geniş bağı, küçük leğenin yan çeperlerini dölyatağına bağlayan, enlemesine kalın bir bağdır).

Doğum yapmış kadınlarda, yumurtalık düşükçedir. Konumu dikey değil, içe ve aşağıya doğru eğiktir. Bu durumda, dış yüzü alta gelir ve böylece, sınırlandığı yumurtalık çukurundan ayrılarak, sidik yolunun ve kalça iç damarlarının arkasında ve kuyruk sokumu kemiğinin önünde yeralan Claudius çukuruna yerleşir.

Yumurtalık iç yüzünün komşulukları

Yumurtalığın iç yüzü, dölyatağı borusunun «infundibulum» adı verilen huni biçiminde genişlemiş bölümüyle örtülmüştür. Komşulukları şunlardır:

— ince barsaklar;

— körbarsak ve apandis (sağ yumurtalık);

— sigmamsı kalın barsak (sol yumurtalık).

İç Yapısı

Yumurtalıktan bir kesit yapılırsa, iki bölge ortaya çıkar:

— öz maddesi (ortada);

— Kabuk maddesi (dışta). Kabuk maddesi epitel ile kaplıdır.

Öz maddesi

Kırmızı renkli ve süngerimsi bir yapıdadır; çok sayıda damar kapsar. Esnek kas ve bağdokusu lifleri arasında, yumurtalık kapısından yumurtalığa giren atardamarcıklar, sarmal kıvrıntılar oluştururlar. Öz maddesi, lenf damarları ve sinir ağları bakımından çok zengindir.

Kabuk maddesi

Epitelle örtülüdür; hücresel bağdokusundan yapılmış bir destek dokusu içinde yumurtalık foliküllerini kapsar. Büyüme evrelerine göre, bu foliküller şunlardır:

— genç (primer) foliküller;

— gelişme halinde foliküller;

Yumurta hücresinin (dişi hücresi) değişik evrelerini gösteren yumurtalık kesiti çizimi. Yumurta hücresinin evrimi, embriyo yaşamında başlar; son evreler, âdet çevrimi sırasında gerçekleşir. Her evrimde tek bir folikül (Graaf folikülü) olgunlaşarak, yumurtalık yüzeyini çatlatır ve yumurtacık (övül) haline dönüşecek olan yumurta hücresini dışarı bırakır. Çatlayan folikül, sarı cisim haline dönüşür. — A. İlk folikül. — B. Birincil folikül. — C. İkincil folikül. — D. Üçüncül folikül. — E. Olgun fclikül ya da Graaf folikülü. — F. Yırtılmış folikül. — G. Yumurtacık. — H. ve /. Sarı cisim.

— gelişmiş, yumurtlamaya hazır foliküller (Graaf folikülleri).

Ayrıca, kabuk maddesi içinde sarı cisimler ve daha önceki âdet çevrimlerinin sarı cisimlerinin geride bıraktıkları izler de yeralır.

Sarı cisim, yumurtlamadan sonra çatlayan folikülün, değişikliğe uğramış biçimidir. Folikülün evrimi ve sarı cisme dönüşmesini, yumurtalık ve yumurtlamayla ilgili fizyoloji bölümünde inceleyece ğiz.

Kadın Yumurtalıklarındaki Damarlar ve Sinirler

Atardamarlar

Yumurtalığın atardamarları, yumurtalık atardamarından ve dölyatağı atardamarından gelir. Yumurtalık atardamarı (kalça iç atardamarının dalıdır), yumurtalığa aşıcı bağla birlikte gelir; dallara ayrılır ve organı dolaştıktan sonra, aşağı tarafta dölyatağı atardamarıyla (dölyatağı atardamarı da yumurtalığa dallar verir) ağızlaşır.

Toplardamarlar

Yumurtalık atardamarlarıyla aynı adları taşıyan toplardamarlar (yumurtalık ve dölyatağı toplardamarları),çok gelişmiş bir bağ oluştururlar.

Lenf damarları

Yumurtalık toplardamarlanyla birlikte ilerler ve bel lenf düğümlerinde (sağ ya da sol) sonlanır-lar.

Sinirler

Yumurtalık sinirleri, güneş sinir ağından ayrılan ve yumurtalık atardamarıyla birlikte ilerleyen yumurtalık sinir ağından gelirler.

Kadınlarda Döl Yatağı Boruları

Tanım

Dölyatağı boruları (Fallop boruları), yumurtalığın yaptığı yumurtacığın alındığı (çoğunlukla yumurtacık spermatozoyitler tarafından burada döllenir) ve dölyatağı boşluğuna gönderildiği kassal çeperli borulardır.

Yeri

Dölyatağı boruları, sağ ve solda yumurtalıkla komşu olarak başlayan ve dölyatağının üst köşelerinde (dölyatağı boynuzlan) sonlanan iki borudur.

Biçimi ve Dış Görünüşü

Boruların ortalama uzunlukları, 10-14 sm kadardır.

Biçim, yapı ve komşulukları bakımından farklı dört parçadan oluşurlar: İçten dışa doğru, dölyatağı parçası; isthmus; ampul; infundibulum.

Dölyatağı parçası

Dölyatağı çeperi içinde yeralan bu parça, dölyatağı ağzı (ostium uterinum) adı verilen dar bir delikle dölyolu boşluğunun üst dış açısından başlar, dölyatağı çeperini aşar ve isthmus ile uzanır.

Uzunluğu l sm, iç çapı 0,5 sm’dir.

İsthmus

Uzunluğu 3-4 sm, dış çapı 0,3-0,4 sm arasındadır.

Dölyatağı parçasının devamı olan isthmus, dölyatağı köşelerinden başlayarak, yatay biçimde yumurtalığın alt bölümüne doğru ilerler.

Silindir biçimi, sert kıvamlı bir parçadır.

Ampul

Dölyatağı ampulünün uzunluğu 7-8 sm, çapı 0,7-0,8 sm’dir.

Dölyatağı borusu ve damarları. — l. Ampul. — 2. Dölyatağı borusu iç atardamarı. — 3. Ara parça. — 4. Yumurtalık özel bağı. — 5. Dölyatağı atardamarı. — 6. İsthmus. — 7. Yumurtalık. — 8. İnfundibulum saçakları. — 9. Yumurtalık atardamarı. —10. İnfundibulum.

Jaha yumuşak kıvamlıdır; çeperleri de daha incedir.

Ampul, isthmus ile bir köşe yaptıktan sonra, hafif kıvrıntıh olarak yumurtalık ön kenarı uzunluğunca ilerler. Yumurtalığın yukarı bölümüne gelince, önce arkaya, sonra aşağıya kıvrılarak dik biçimde yumurtalığın iç yüzüne ulaşır ve biraz ötede infundibulum ile devam eder.

İnfundibulum

Ampulün dış yanında yeralan, huni biçiminde geniş bölüme infundibulum adı verilir; dölyatağı borusunun son parçasıdır.

İnfundibulumun dış yüzü, saçaklarla (10-15 kadar) devam eder. Saçaklar 1-1,5 sm uzunluğunda mukoza kıvrımlarıdır.

İnfundibulumun tepe bölümünde, 2 mm çapında bir delik bulunur. Bu delik, dölyatağı borusunun karın, deliğidir ve bir mukoza boşluğunu, seröz bir boşluğa birleştirir. Ayrıca saçakların sürekli hareketleri sayesinde, yolunu şaşıran yumurtacığı yeniden içeri alabilir.

Saçakların biri, ötekilerden daha uzun ve geniştir; Richard saçağı ya da yumurtalık saçağı denen bu oluşum, düz kas lifleri ve yumurtalık bağları kapsar, yumurtalık saçağına bağlanarak, onunla birlikte yumurtalığın üst bölümüne yapışır.

Rengi ve Kıvamı

Dölyatağı boruları da, dölyatağı gibi kırmızı-pembe renkte organlardır. İsthmus parçası, sert kıvamlıdır; oysa ampul, daha gevşek ve çeperleri daha incedir.

Tutunma Araçları

Dölyatağı boruları, aşağıdaki oluşumlarla tutunurlar:

Kadın üreme organlarının çizimsel kesiti. — 1. Dölyatağı borusu. — 2. Dölyatağı boynu kanalı. — 3. Dölyatağı boynu.— 4. Dölyolu’—S.Yumurtalık. — 6. Dölyatağı boşluğu. — 7. Dölyatağı mukozası ya da andometriyum. — 8. Dölyatağı kas tabakası ya da miyometriyum. — 9. Karın zarı.

— borunun dölyatağına bağlanarak devamı;

— tepe bölümünde yeralan geniş bağ yaprakçıkları (2 tane);

— Richard saçağının bağlandığı, infundibulumdan, yumurtalığın üst bölümüne kadar uzanan yumurtalık saçağı.

Borunun Döl Yatağı Geniş Bağıyla Komşuluğu

Küçük leğendeki bütün organlar gibi (yumurtalıklar dışında), dölyatağı boruları da karın zarıyla örtülmüştür: Dölyatağı borusunu, 2 yapraklı seröz bir kılıfla saran ve geniş bağın altına bağlayan dölyatağı borusu askısı.

İç bölümde, dar bir üçgen görünümünde olan dölyatağı borusu askısı (mezosalpenks), dölyatağına yaklaştıkça içten dışa doğru genişler.

Dışa vardığında iyice genişleyen dölyatağı borusu askısı, ampulün yumurtalık iç yüzüne doğru kıvrılıp, onu örtmesini sağlar. Dölyatağı borusu, bu karın zarı yaprağı aracılığıyla sigmamsı kalın barsakla ve leğen boşluğuna uzanan ince barsaklarla komşudur.

İç Yapısı

Dölyatağı borularının iç bölümleri, pembe renklidir; uzunluğu boyunca, akış yoluna paralel uzanan mukoza kıvrımlarıyla döşenmiştir.

Dölyatağı parçasında fazla belirgin olmayan bu kıvrımlar, isthmusta çoğalarak, daha görünür bir hal alırlar. Ampul ve infundibulum parçalarındaysa, çok daha gelişerek, çalıyı andıran bir görünüşe bürünürler.

Saçakları, infundibulumun dışına doğru uzanan bu mukoza kıvrımları oluşturur.

Yapısı

Dölyatağı boruları, birbiri üstünde dört tabakadan oluşurlar. Dıştan içe doğru :

— seroza tabakası (karın zarından yapılıdır);

— esnek bağdokusu tabakası (damar ve sinirleri kapsar);

— kas tabakası;

— mukoza tabakası (borunun iç yüzeyini kaplayan uzunlamasına kıvrımları oluşturur).

Kadınlarda Döl Yatağı Borusu Damarları ve Sinirleri

Yumurtalık atardamarının bir dalı (dölyatağı borusu dış atardamarı) ile dölyatağı atardamarının bir dalının (dölyatağı borusu iç atardamarı) dölyatağı borusu askısı içinde ağızlaşmasının oluşturduğu atardamar kemerinden gelirler.

Toplardamarlar

Çok sayıdadırlar; atardamarlarla aynı yolu izler ve yumurtalık toplardamarı ile dölyatağı toplardamarına dökülürler.

Lenf damarları

Yumurtalık damarlarına karışarak, bel lenf düğümlerine giderler.

Sinirler

Atardamarlarla birlikte ilerlerler; güneş sinir ağından ve leğen sinir ağlarından gelirler.

Kadınlarda Döl Yatağı

Dölyatağı (uterus), aşılanmış yumurtacığın içinde büyüdüğü ve büyüme tamamlandığında dışarı atıldığı organdır.

Yeri

Dölyatağı, leğen içinde ve beden orta çizgisi üstünde, sidik torbasının arkasında, göden barsağının önünde, dölyolunun üstünde, ince barsaklarla sigmamsı kalın barsağm altında yeralır.

Biçimi ve Dış Görünüşü

Önden arkaya basık bir koni biçimindedir; koninin tabanı yukarda, kesik tepesi aşağıdadır.

Ortasının biraz altında, «isthmus» adı verilen bir darlık bulunur. İsthmus, dölyatağını iki bölüme ayırır:

— yukarda kalan dölyatağı gövdesi (corpus uteri);

— aşağıda kalan dölyatağı boynu (cervix uteri). Dölyatağı gövdesi, önden arkaya fazlaca basıktır; iki yüzü (ön ve arka), üç kenarı (iki yan, bir üst) ve iki yan köşesi vardır (dip ile yan kenarları birbirine bağlarlar). Yan köşelerin tepesinden döl yatağı boruları, önlerinden yuvarlak bağlar, arkalarından yumurtalık özel bağları doğar.

Dölyatağı gövdesinden daha dar olan dölyatağı boynu, orta bölümü genişçe bir silindir biçimindedir. Leğen boşluğunun iç bölümünde, dölyatağı gövdesinin altında yeralır. Dölyolunun içinde yuvarlak bir çıkıntı yaparak (dölyolu içi parçası) leğen boşluğu dışına uzanır. Bu parçanın tepe bölümünde yeralan dölyatağı boynu dış deliği, dölyatağı boşluğu ile bağlantı sağlar. Dölyatağı boynunun bu iki parçasını (dölyolu içi parçası ve dölyolu üstü parçası), dölyolunun dölyatağı boynuna yapışma yeri olan vfe alttan öne doğru eğik bir çizgi biçimindeki ara parça ayırır. Boynun doğurmamış, bir kez doğurmuş ve birden çok kez doğurmuşlardaki biçimi farklıdır. Hiç doğurmamış kadınlarda, dölyatağı boynu kaygan ve serttir. Ortasındaki dölyatağı boynu dış deliği, küçük, yuvarlak ve düzgündür. Doğum sayısına göre boyun gevşer, delik genişler ve kenarlardaki çentikler çoğalır.

Leğen ve apışarası yapısı normal kadınlarda (ayakta), göden barsağı ve sidik torbası boşken, dölyatağı öne eğik, yataya yakın biçimde durur. Buna «öne yatıklık durumu» denir.

Öte yandan, dölyatağı boynu ve gövdesi aynı eksen üstünde yeralmaz, öne doğru 100-120°’lik geniş bir açı oluştururlar. Buna da «öne büküklük durumu» denir.

Özetlersek, dölyatağı normalde öne yatık ve öne bükük durumdadır.

Ama bazen, dölyatağı göden barsağına doğru geriye eğik biçimde de olabilir. O zaman «arkaya yatık durumda» olduğu söylenir.

Oldukça ender raslanan bu özel görünüm, bir rahatsızlığa yolaçmaz.

Büyüklüğü ve Ağırlığı

Doğurmamış kadınlarda, dölyatağının boyu ortalama 6,5 sm’dir. Bunun 3,5 sm’i gövde, 2,5 sm’i boyun, 0,5 sm’i isthmus içindir.

Dölyatağı gövdesinde genişlik 4 sm, dölyatağı boynundaysa 2,5 sm kadardır. Kalınlık, dölyatağının her yerinde ortalama 2 sm’dir.

Birden çok kez doğurmuş kadınlarda, uzunluk 7-8 sm arasında değişir (5-5,5 sm gövde; 2-2,5 sm boyun); genişlik gövdede 5 sm, boyunda 3 sm’dir. Kalınlık, ortalama 3 sm’dir. Dölyatağının ağırlığı, hiç doğurmamış kadınlarda 50 gr, birden çok kez doğurmuş kadınlarda 70 gr’dır (ortalama).

Rengi ve Kıvamı

Esnek ve katı kıvamlıdır; rengi koyu pembedir.

Tutunma Araçları

Dölyatağı, yumurta hücresinin içinde büyüdüğü organdır. Gebelik sırasında, bu organın hacminde yüzde 100 oranında bir artış olur. Büyüme, özellikle dölyatağı gövdesindedir; dolayısıyle, bu parçanın elden geldiğince serbest kalması gerekir.

Dölyatağı gövdesine bağlanan tutunma araçları

Bunlar, yalnızca doğrultuyu sağlamaya yarayan zayıf bağlardır.

Yuvarlak bağlar

Bakışımlı 2 bağdır (sağ ve sol); dölyatağının üst köşelerinden, kasık kanalı yoluyla çatı kemiğine kadar uzanırlar. Dölyatafinin üst köşelerinin, ön bölümünden ve dölyatağı borusunun biraz altından başlar, öne ve dışa doğru ilerleyerek geniş bağın ön kanatçığını oluştururlar. Kasık kanalını geçtikten sonra, çatı kemiği çıkıntısı ve çatı kaynağının ön bölümünde, Venüs tepesi bölgesinde ve büyük dudakların yağlı gevşek bağdokusunda sonlanırlar. Bağdokusundan ve çizgisiz kas liflerinden yapılmış olan yuvarlak bağlar, dölyatağmı öne yatık durumunda, sidik torbası üstüne yatık biçimde tutmaya yararlar. Pek dayanıklı değillerdir, gerginliklerini kolayca yitirirler.

Geniş bağlar

Dölyatağının her iki yanında yeralan 2 geniş bağ, organın yan kenarlarını leğen çeperine birleştirirler. Karın zarının, ön ve arka yaprakçıklarının birleşmesinden oluşurlar. İnce ve gevşek yapılıdırlar; dölyatağını bütün hareketlerinde izlediklerinden, tutunmada önemli rol oynamaz, yalnızca yan hareketleri sınırlarlar.

Dölyatağı boynuna bağlanan tutunma araçları

Dölyatağı gövdesinin tersine, boyun parçasının tutunma araçlarını oluşturan bağlar, bağdokusundan ve düz kaslardan yapılmış, oldukça sıkı ve sağlam bağlardır; kuyruk sokumu kemiğinden çatı kemiğine kadar gerilmişlerdir. Dölyatağı boynunu dolaşan bu bağlar, dölyatağının bir hamak gibi asılmasını sağlarlar.

Bu bağdokusundan askı, dölyatağı boynu çevresinde bir haç biçiminde birleşmiş üç öğeden oluşur.

Arkada, kuyruk sokumu kemiğinin ön yüzünden başlayan bir çift bakışımlı dölyatağı kuyruk sokumu bağı, göden barsağını dolaştıktan sonra, dölyatağı boynunun ve dölyolu kubbesinin arka tarafına yapışırlar. Karın zarını kabartarak, aralarında kalan Douglas çıkmazını sınırlarlar.

Önde çatı kemiği sidik torbası, dölyatağı bağları, bir yanda sidik torbası, dölyatağı boynu, öte yanda sidik torbası-çatı kemiği arasında gerilmişlerdir; dölyatağı-kuyruk sokumu bağlarından daha dayanıksızdırlar..

Yanda dölyatağını örten karın zarı yaprakları, dölyatağı boynunun yan bölümlerinden çatı kemiği çeperine uzanırlar. Damarları çevreleyen, bağ-dokusu ve düz kas lifleri içeren kalınlaşmış bir dokudurlar.

Dölyolu ve apışarasma tutunma araçları

Dölyatağma asıl destek olma işini, dölyolu ve apışarası kasları yapar. Daha önce, dölyatağı gövdesinin sidik torbası üstüne yatık biçimde yerleşmiş olduğunu görmüştük. Sidik torbasının tabanı, yukarı ve geriye yatık olarak dölyolu üstünde durur.

Dölyolu, çevresine apışarası kasları aracılığıyla tutunmuştur. Bunların başlıcaları, makat kaldırıcı kası ve akzar derin tabakasıdır.

Bu üç tutunma sistemi (bedene bağlama, dölyatağı boynuna asılma, apışarasından desteklenme), birbirleriyle ilişkilidir. Bunlardan birinin bozulması, dölyatağının düşmesine neden olur. Doğumlar da bu bağları (özellikle, asıl tutunmayı sağlayan dölyolu ve apışarası sistemleri) zayıflatarak, dölyatağının normal konumunun bozulmasına yolaçarlar.

Anatomik Komşulukları

İki bölüm halinde incelenir:

— dölyatağı gövdesi ile dölyatağı boynunun üst bölümünü kapsayan ve leğen boşluğunda yeralan dölyolu üstü parça;

— dölyatağı boynunun alt parçasını kapsayan, leğen boşluğu dışında yeralan dölyolu içi parça.

Dölyolu üstü parça

Ön yüzü, sidik torbasının arka alt yüzü üstüne yerleşmiştir.

Arka yüz, karın zarıyla örtülüdür; Douglas çıkmazına ve göden barsağına komşudur. Bu parça, karın zarı aracılığıyla, sigmamsı kalın barsak ve ince barsaklarla komşuluğunu sürdürür.

Yan kenarları, üstte geniş bağlarla, aşağıda geniş bağların tabanlarını oluşturan karın zarı yapraklarıyla (parametriumlarla) komşudurlar. Bu karın zarı tabakası içinde ilerleyen dölyatağı atardamarı, dölyatağı boynuna yaklaşır ve sidik torbasına doğru inerken sidik borusunu çaprazlar.

Dölyolu içi parça

Dölyatağı boynunun dölyolu içinde kalan parçasıdır; bütünüyle geriye bakar.

Dölyolundan, dört bölümden oluşan halka biçiminde bir çıkmazla ayrılmıştır: Bu bölümlere, dölyolu çıkmazları (forniksleri) denir :

— ön çıkmaz : Çok küçüktür;

— arka çıkmaz: Daha derindir; Douglas çıkmazıyla komşudur; dölyolundan, yalnızca arka çeperle ayrılmıştır;

— yan çıkmazlar: İki tanedirler; önden arkaya doğru derinleşirler.

Dölyolu içi parça, dölyolu aracılığıyla önde sidik torbası tabanıyla, yanda sidik borularıyla, arkada göden barsağıyla komşudur.

İç Yapısı

Dölyatağının iç bölümünde, önden arkaya doğru, basık biçimde, dar bir boşluk vardır. Bu boşluk, isthmus düzeyinde, bir darlıkla ikiye ayrılır. Dölyatağı gövdesi boşluğu; dölyatağı boynu boşluğu.

Dölyatağı gövdesi boşluğu, üç köşelidir; ön ve arka yüzleri birbirine değer. Tabanı dölyatağı dibine uyar. Dış üst iki köşedeki iki delik, dölyatağı borularının dölyatağına açıldığı deliklerdir. Gövde boşluğunun tepesi, dölyatağı boynu kanalıyla birleşir. Dölyatağı boynu kanalı, önden arkaya basık olarak, iğ biçimindedir. İki yüzü (ön ve arka) üstünde, ortada bulunan ve uzunlamasına yeralan bir çıkıntı üstünde, aşağıdan yukarıya ve içten dışa doğru hurma ağacı yaprakları biçiminde kıvrımlar görülür; buna «yaşam ağacı» (plica palmatae) adı verilir. Dölyolu boşluğuna açılan alt uca, dölyatağı deliği adı verilir.

Dölyatağı boşluğunun boyutları

Doğum yapmamış kadınlarda ortalama 5,5 sm dir. Bunun 2,5 santimetresini gövde, 2,5 santimetresini boyun, 0,5 santimetresini isthmus oluşturur. Doğum yapmış kadınlarda, uzunluk 6-6,5 sm arasında değişir; 3,5 sm gövde, 2,5 sm boyun, 0,5 sm isthmus.

Dölyatağının yapısı

1 santimetre dölyatağı çeperi, üç tabakadan yapılmıştır : Dıştan içe doğru, karın zarından oluşan seroza tabakası (tunica serosa); kas tabakası (miyometriyum); mukoza tabakası (tunica mucosa).

Seroza tabakası ya da karın zarı

Dölyatağının ön ve arka yüzlerini saran karın zarı, arka tarafta dölyolunun da üstünü örterek, Douglas çıkmazını oluşturur ve göden barsağına atlar. Ön tarafta, isthmus düzeyine kadar geldikten sonra, sidik torbasının üst-arka yüzünü örter.

Kas tabakası (miyometriyum)

Bu tabaka, dölyatağı gövdesinde ve boyunda farklıdır.

Gövdede düz kaslar, üç tabaka halinde sıralanmıştır: Dış tabaka uzunlamasına, orta tabaka çaprazlamasına, iç tabaka değirmi liflerden yapılmışlardır.

Kas tabakası, dölyatağı boynunda daha az kalındır; iki tabakadan oluşur. Uzunlamasına demetlerden oluşan iç tabaka; çapraz demetlerden oluşan dış tabaka.

Mukoza tabakası

İnce bir tabakadır. Dölyatağı gövdesi mukozası (ya da andometriyum), bütün bölgeyi kapladıktan sonra, belirgin bir sınır oluşturmaksızm dölyatağı boynu ve dölyatağı boruları mukozalarıyla devam eder. Dölyatağı mukozası, iki kattan oluşur:

— «alt tabaka» adı verilen derin tabaka : Bu bölümde, âdet çevrimi sırasında değişiklik olmaz;

— yüzeysel tabaka : İşlevsel bir tabakadır; âdet çevrimi sırasında değişiklikler geçirir ve âdet kanaması sırasında dışarı atılır.

Dölyatağı boynu mukozası, salgı epiteli türündedir; silindir biçimi hücrelerden yapılıdır ve âdet çevrimi sırasında fazla değişiklik geçirmez.

Damar ve Sinirler

Atardamarlar

Dölyatağının başlıca atardamarı, kendi adını taşıyan dölyatağı atardamarıdır; yumurtalık atardamarıyla ve yuvarlak bağ atardamarıyla ağızlaşmalar yapar.

Dölyatağı atardamarı, kalça iç atardamarından doğar. Önce sidik borusuyla birlikte, leğen çeperinden aşağı iner ve yön değiştirerek öne doğru ilerler; sonra enine olarak içe, dölyatağı boynum doğru bükülür. Orada, sidik torbasına doğru gitmekte olan sidik borusunu çaprazlar. Dölyatağı boynuna geldiğinde, yeniden yukarı ve öne bükülür, dolambaçlar oluşturarak dölyatağının yan kenarlarına ilerler. Yolu boyunca, önce dölyatağı boynuna, sonra da dölyatağı gövdesine birçok dal veren dölyatağı atardamarı, organın köşe bölgesinde üç dala ayrılarak sonlanır. Bu dallar şunlardır:

— dip atardamarı: Dölyatağı gövdesini kanlandırır;

— yumurtalık iç atardamarı: Yumurtalık atardamarıyla ağızlaşarak yumurtalığa gider;

— dölyatağı borusu iç atardamarı: Dölyatağı borusuna gider.

Dölyatağı atardamarı, dölyatağı boynuna varmadan da dallar verir. Bunların içinde en önemlisi, sidik borusuyla çaprazlaşmasından sonra doğan döl yatağı boynu dölyolu atardamarıdır. Oldukça geniş bir damardır; dölyatağı boynunu ve dölyolunun üst parçasını kanlandırır.

Toplardamarlar

Dölyatağının toplardamarları, dölyatağının kenarlarında bulunan zengin dölyatağı damar ağlarına dökülür. Yumurtalık toplardamarlarıyla ağızlaşan bu damar ağları, atardamarlara benzer biçimde, dölyatağı toplardamarları aracılığıyla iç kalça toplardamarlarına dökülürler.

Lenf damarları

Mukoza, kas ve seroza tabakalarından gelirler ve dölyatağının yan kenarları boyunca uzanan, birbirleriyle çok bağlantılı 2 ağ halinde toplanırlar :

— ana toplayıcı lenf damarları gövdesinin, böbrek sapına kadar alt ana toplardamar ve aort örründeki lenf düğümlerine doğru çıktığı dölyatağı gövdesi aği;

— ana toplayıcı lenf damarları gövdesinin, kalça dış lenf düğümlerine (özellikle, Leveuf ve Godard düğümüne) döküldüğü dölyatağı boynu ağı.

Sinirler

Bütün dölyatağı sinirleri, sempatik ve parasempatik liflerden oluşan leğen sinir ağından gelirler. Dölyatağının sinir lifleri, 2 sap halinde toplanabilir :

— dölyatağı boynu ve isthmus için bir sap;

— dölyatağı gövdesi için bir sap.

 
cinsel bilgiler sağlık bilgileri seks dersleri. Citrus Pink Blogger Theme Design By LawnyDesignz Powered by Blogger